Rahatsız Karargâhlar, Pespaye Pelikanlar.
"Ordu Rahatsız !"
"Genç Subaylar rahatsız !"
"Genel Kurmay Rahatsız !"
Askeri vesayeti hatırlatan bu ve benzeri başlık/manşet kalıplarını tanıyoruz.
Birkaç gün önce, 25 Şubat Cmartesi günü bunlara Hürriyet/Hande Fırat imzalı haberle bunlara bir yenisi eklendi;
Hürriyet, "Yedi eleştiriye yedi yanıt" başlığıyla manşetten duyurduğu haberi, iç sayfada "Karargah rahatsız" başlığıyla sunuyordu.
İç sayfadaki alt manşet ise;
"İddia ve eleştiriler 7 konuda yıpratıyor" idi ve manşetten de anlaşılacağı gibi TSK'ya yönelik eleştiriler yedi başlık altında toplanıyor ve kabaca cevaplanıyordu;
(Haberin içeriği için; http://www.hurriyet.com.tr/karargah-rahatsiz-40376970)
İçerikten de anlaşılabileceği gibi alıntılanan ve yedi başlıkta toplanarak TSK tarafından cevaplanmaya çalışılan tüm eleştiriler muhalefet cephesinden yöneltilenlerdi.
Ancak tepki, ilginç bir şekilde muhalefetten değil, iktidar cephesinden yükseldi.
Her durum ve koşulda iktidarı desteklemeyi, Hande Fırat'ın da cevabında isabetle işaretlediği gibi çoğu zaman 'pespaye'liğe varan biçimde sergileyen bir grup zevat, içerikten bağımsız biçimde ve sadece "Karargah rahatsız" kalıbına takılarak haberi ve gazeteyi hedefe koydu.
Elbette ve her zamanki gibi bu yükselen/yükseltilen infial akışının öncüsü, yürütücüsü Pelikan Çetesi oldu. Sosyal Medya'da #hesapverhürriyet tagı açıldı ve "Karargah Rahatsız" başlığı direkt bir darbe çağrısı olarak lanse edildi.
Böylece söylem kısa zamanda "Ne demek istiyorlar?"dan "Biz 15 Temmuzda tanklara kafa atanlarız, sizin de icabınıza bakarız" büyüklenme ve tehditlerine döndü.
Doğan Medya'nın özellikle de 28 Şubat dönemi tavrı alıntılandı, yayıldı.
Soruşturma açılması çağrıları yapıldı.
Cem Küçük türü bildik medya tetikçileri için ise zaten sonuç kesindi ve
'Aydın Doğan ile Hande Fırat yargılanacak'tı...
Yukarıda da söylendiği ve içeriğe bakan herkesin kolayca farkedebileceği gibi 7 maddenin yedisi de muhalefet cenahından TSK'ya yöneltilen eleştiri ve suçlamaları içeriyordu;
(1. Maddeye sonra değinmek üzere) sözkonusu yedi madde şunlardı;
2) Orgeneral Hulusi Akar’ın, Akit Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve yazarı Hasan Karakaya’nın vefatının ardından Genelkurmay Başkanlığı adına taziye telefonu açtırmasına;
“Genelkurmay en son Tarık Akan ve Mehmet Türker dahil toplumda kabul görmüş birçok ünlü simanın vefatında başsağlığı mesajlarını aile yakınlarına iletmiş ve üzüntülerini paylaşmıştır” yanıtı veriliyordu.
3) Orgeneral Akar’ın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la katıldığı yurtdışı ziyaretlere ve buna ilişkin basına yansıyan görüntülere yönelik eleştiriler;
"Genelkurmay Başkanı’nın devletin çıkarları için gerektiğinde Cumhurbaşkanı’yla resmi temaslarda bulunmaları son derece doğal ve gerekli” cümlesiyle cevaplanıyordu.
4) Yine Genel Kurmay Başkanı Akar’a, ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford’la İncirlik’te yaptığı görüşme sonrası, “Amerikalı generalin ayağına gitti” eleştirisi yapıldından söz ediliyor ve cevap şöyle veriliyordu;
"iki genelkurmay başkanı son 6 ay içinde Türkiye’de 5 defa görüştü. Bunlardan 3’ü Ankara’da, 2’si İncirlik’teydi. Üstelik görüşmelerin yerlerini Orgeneral Akar belirledi. 16 Ekim 2016 tarihinde Washington’daki görüşme ise Türkiye’nin ABD Büyükelçiliği’nde yapıldı."
5) Tekrar Orgeneral Akar’ın 2015 yılında ABD’den Pentagon’un Liyakat Lejyonu Madalyası’nı, ABD Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Raymond Odierno’nun vermesi eleştirisine bir cevaptı ve;
"Karargâh’ın bu konudaki yanıtı ise aynı madalyanın başka komutanlar tarafından da alınmış olması" şeklindeydi.
(Bu cevabın zayıflığı konusuna ayrıca değinmek gerekir. Sıralı emir komuta zincirinden, değişen ilişkilere, geçmiş iktidarlar ve koşullardan şimdikilere kadar uzunca anlatılabilecek bir konu ama bu maddedeki "çuval geçirme" eleştirilerinin, özellikle Rus yanlısı/Avrasyacı ultra ulusalcıların çiğnediği bir sakız olduğunu hatırlatmakta fayda var.)
6) Orgeneral Akar ve kuvvet komutanlarının 29 Ocak’ta Ege Denizi’ndeki Kardak kayalıklarına gitmeleri de eleştirilmiş ve CHP yönetimi bunu, “Turistik ziyaret” olarak nitelemişti.
TSK yazıda bunu; "Önemli bir kararlılık mesajı veren olayın (Kardak'ta boy göstermenin) Yunanistan’ın ekmeğine yağ sürecek şekilde iç politika malzemesi yapılması düşündürücü” şeklinde cevaplıyordu.
7) “Orgeneral Akar’ın 15 Temmuz darbe girişiminin kilit ismi Mehmet Dişli ile ortak villa arsası satın aldıkları” iddiasına bir cevaptı ve basitti; "Yalan."
Öncelikle dikkat edilmesi gereken bir nokta var ki o da, yukarıda alıntılanan 7 maddeden 6'sının direkt veya endirekt Genel Kurmay başkanı Akar'a dönük eleştiriler ve bunlara verilen cevaplardan ibaret oluşu.
Buna sadece, yukarıda daha sonra alıntılanacağı söylenmiş olan 1.madde bir istisna;
1.madde de tıpkı diğerleri gibi yine muhalefet tarafından TSK'ya yönelik bir eleştiriyi konu alıyor ve kısa bir süre önce orduda kadın subay ve astsubaylara getirilen başörtüsü serbestisine dönük eleştirileri cevaplıyor.
Gazetede yayınlandığı haliyle aynen şöyle;
"Milli Savunma Bakanlığı, yaptığı düzenlemeyle kadın subay ve astsubayların başörtüsü takmalarına ilişkin yasağı kaldırdı. Bu düzenlemenin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) bilgisi dahilinde yapılıp yapılmadığı merak ediliyor. Edinilen bilgiye göre, bu karar alınırken Karargâh’ın görüşü alınmadı. Askeri kaynaklar da “Yapılan düzenlemede Genelkurmay Başkanlığı’nın dahli olmadığını” teyit etti.
Yani kabaca şunu diyordu TSK, Karargah veya paranoyalardan uzak tutulmuş haliyle Genel Kurmay Başkanlığı/Karargahı;
"Bu karar bize sormadan alındı."
Herhangi bir onay veya itiraz söz konusu değil.
Söylenen, sadece alınan kararda TSK'nın etkisinin olmadığı.
Eğer çok zorlanırsa bu cevaptan bir zerzeniş, bir "Bize niye sormadılar?" mızıldanması çıkartılabilir ancak daha iyi niyetli bir bakış ve konuyla ilgili TSK'dan ne geçmişte ve ne de bu yazıda hiçbir eleştirinin gelmemiş oluşundan varılacak sonuç bellidir;
"Karar, Milli Savunma Bakanlığının ve biz bu meselede taraf değiliz. Seçilmiş Hükümetin emrinde bir orduyuz ve bize düşen de bu hükümetin emirlerine uymaktır."
Peki ne oldu da hepsi 15 Temmuz Darbesinde kararlı duruşuyla darbenin akamete uğratılmasında önemli bir rolü olan GK Başkanı Hulusi Akar özelinde tüm TSK'ya dönük ve yine hepsi de muhalefetten kaynaklı suçlamalara verilen bir cevap, bu cevabı konu edinen bir haber "Darbe Çağrısı" haline getirildi?
Nasıl oldu da sosyal medya trol ve troliçeleri tarafından ve başta Pelikan Çetesi olmak üzere üstünde tepinilen bu habere tepkilere, bu anlamsız lince Başbakan Binali Yıldırım da; " Manşet atarak hükümete ayar vermeye çalışıyorlar. Demokrasi dışı bu girişimlere karşı 15 Temmuz'da en güzel cevabı veren Kahramankazanlı bu algı operasyonları size elbette sökmez." sözleriyle katıldı?
Ve yine nasıl oldu da Başbakan Yıldırımın aksine MS Bakanı Fikri Işık, konuya tam ters bir açıdan ve TSK'yı savunan şu açıklamasıyla yaklaştı;
“Son günlerde büyük bir üzüntüyle ve esefle TSK’yı siyasetin içine çekme gayretlerini görüyoruz. TSK’yı siyasetin içine çekme çabaları, beyhude çabalardır. Bu siyasetin muhatabı siyasettir. Siyasetin muhatabı TSK ve onun komuta kademesi değildir. Varsa eleştiriniz, Milli Savunma Bakanı olarak ben varım. Hükümet olarak da AK Parti hükümeti var. Başkomutan olarak da Sayın Cumhurbaşkanımız var.”
“Böyle bir kurumu gündelik tartışmaların içine çekerek siyasetin içine çekmeye çalışmak, TSK’ya yapılabilecek en büyük haksızlıktır”
“Buradan bu gayret içinde olanlara çağrım, bu işten vazgeçin. Varsa söyleyeceğiniz bir şey bana söyleyin. Bu kadar büyük başarılara ardı ardına imza atan TSK’ya haksız ve mesnetsiz eleştiriler yöneltmek, iyi niyetle izah edilebilecek bir durum kesinlikle olamaz.”
Açık ki Milli Savunma Bakanı Fikri Işık'ın bu sözleri, haberin içeriğiyle birleştiğinde anlamlı bir bütünlük oluşturuyor.Muhalefet cephesinin farklı katmanlarından TSK geneli ama özellikle de Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar'ı özelinde hedef alan eleştiriler cevaplanıyor ve Işık da "TSK'yı siyasete çekmeyin" diyerek tepkisini belirtiyor.
"Karargah rahatsız" kalıbı üzerinden (geçmiş tavırları haklı olarak yüzüne çarpılan) Hürriyet'in ise yaptığı, olanı söylemekten bir adım öte değil.
Belki en fazla bir gazetecilik numarasıyla dikkat çektiği, etrafında bir tezvirat girdabı oluşturup görünürlülüğünü artırma çabasına girdiği, haberi verirken başka bir manşet de seçebileceği söylenebilir.
Hepsi bu.
Peki bu kaynatılan kazanın sebebi ne?
"Darbe çağrısı" tezviratı nasıl, nereden ve niye çıkıyor?
Nasıl bir tezvirat olmakla kalmayıp, bugünün haberlerinden gördüğümüz üzre bir savcılık soruşturmasına kadar ilerletiliyor?
Cevap iki uçlu;
Bunlardan ilki yeni anayasa değişikliğinin oylanacağı referandum.
İşler "Evet" cephesi için hiç yolunda gitmiyor.
Kamuoyu araştırmaları sonucun en tarafsız haliyle 'ortada' olduğunu söylüyor ve öneriye getirilen eleştiriler hakkıyla cevaplanamıyor.
Yasa referandumdan geçse bile bu %50'nin pek az üzerinde bir sonuçla olacak gibi ve bu durum da belli ki yeni tartışmalara kapı aralayacak zira "Evet Cephesi" koalisyonu AkParti ve MHP'nin oy toplamları bunun çok üzerinde.
Her halukarda bir meşruiyet sorunu tartışması gündeme gelecek.
"Evet" seçeneği karşısındaki engeller yasa içeriği zayıf olduığundan içerikle değil hamasetle savunuluyor.
Bunlardan başta geleni ise Darbe/Darbeye 15 Temmuzda karşı duruş/Milli İrade.
İddia; Anayasa değişikliğinin bir daha darbelere geçit vermeyeceği.
Bu nasıl ve neden olacak? O belli değil.
15 Temmuz sırasında da değişiklikle hedeflenecek türden gayet güçlü bir iktidar vardı ama bu darbeye engel olamadı.
Engel olanları ise burada sayıp dökmeye gerek yok ancak oldukları yerde, o darbe gecesi durdukları gibi yine duruyorlar.
Ancak "evet" için, o gün darbe karşısında yükselen ruha ihtiyaç var ve o ruh olabildiğince eksilmeden "evet"e taşınmalı.
Bu mekanik, "darbe korkusu"nun kaşınmasını, darbe karşıtı konsalidasyonun "evet"e nakliyesini gerektiriyor ve Hürriyetin haberi de buna bir fırsat oldu.
Bir yara kaşındı, acılar hatırlatıldı, yara biraz kanatıldı ve elde müsebbib uygun da bir günah keçisi; 'Hürriyet' vardı.
Her ne kadar 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çağrısını halka iletmekle kritik bir pozisyonu işgal etmişse de Hande Fırat'ın rolü, Cem Küçük gibiler için adalet terazisinde bir ağırlık oluşturmuyor çünkü onların öyle bir terazileri zaten yok.
Hilal Kaplan gibi kurnazlar için ise Hande Fırat'ı es geçip, yanından dolaşıp, direkt Hürriyete yüklenmek daha risksiz bir yol ki zaten öyle yürüdüler.
Böylece kararsız veya kuşkulu AkPartililer silkelendi ve kendilerine döndüler.
Onlara hatırlatıldı; "Gördünüz mü? Darbe tehlikesi geçmiş değil ve siz 'evet' demeden de geçmeyecek."
Bütün bu göz göregöre işlenip çoğaltılan çarpıtmanın altında yatan asıl bahane bu.
İkincisi ise Pelikan taktikleri.
Çete, toplum üzerinde Erdoğan vasıtasıyla kurduğu etkinliği bir daha test etti.
Milli Savunma Bakanı Işık tezvirata mesafesini korurken, Başbakan Binali Yıldırım'ın balıklama atlaması tesadüf değil.
Kendisi bilindiği gibi pratik bir insan ve 15 Temmuz Darbesi-Başkanlık Sistemi ilişkisini de darbenin üzerinden çok geçmeden, 22 Ekim'de; "Başkanlığın kapısı 15 Temmuz gecesi açılmıştır" diyerek kurmuştu.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/619942/Basbakan_Yildirim__Baskanligin_kapisi_15_Temmuz_gecesi_acilmistir.html
Kendilerine sempati duymayan görece dürüst birkaç etkin ismi daha zoraki saflarına kattılar.
Etkinlik gösterisi yaptılar.
Pespaye yöntem ve tarzlarına onay vermeyenler de bu kolay provokasyonun içine daldı ve birden kendilerini onlarla aynı safta buldular.
Buradan geri dönüş zor.
Artık kimse, düştüğü çukurda omuz omuza olduklarını farkedip, onlardan duyduğu eski tiksintiyi hatırlayarak geriye dönük daha sağlıklı bir tekrar değerlendirmeyle; "yanılmışım" diyemez.
Çünkü "boru değil bu, darbe!"
En sağlam ittifaklar suç ortaklıklarında kurulurlar ve tarih de bunun örnekleri ile doludur.
En ince işlenmiş ve uygulanmış örneklerden biri ise, hiyerarşideki pozisyonuna göre, herkesi gerektiği kadar içine katıp, herkese gerektiği kadar anlatıp, gerektiği kadar bilinmesine izin verilen, Nazilerin Yahudi Soykırımı öyküsüdür.
Bugünlerde giderek, zamanında Nazilerin izlediğine benzer bir yolda yürünüyor ama bu konun, kifayetsiz muhteris muhalefet cephesi tarafından eskiden fazlasıyla har vurulup harman savrulmuşluğundan, sözü bile edilemiyor.
Tüm bunlardan, işlerin korkunç bir noktaya doğru evrildiği sonucu çıkarılmasın.
Referandumdan "evet" de çıksa Türkiye bir felakete filan sürüklenmeyecek.
Ne Erdoğan 'har vurup harman savurmuş' muhalefetin dediği gibi bir Hitlervari diktatör ve ne de çağımız ile ülkemizin koşulları, tarihin Almayadaki gibi tekerrürüne uygun.
Ancak kitlelerin sürüklenişleri, yüksek hedefler, belirsiz düşmanlar, ulvi amaçlar ve pespaye yöntemlerde önemli benzerlikler var.
İleride fırsat olursa değinilecek.
Ziya ul Hak ve Noam Chomsky Türkiye’ye ilk geldiklerinde Muhammed Ali Clay gibi karşılanmışlardı. Ziya’nın açtığı yolda bugün Abdelfettah el-Sisi yürümektedir. Chomsky ise NATO'nun Türkiye’ye askerî müdahalede bulunması gereği üzerine F. Gülen ile hemfikirdir. Şu iki saptamayı DOĞAN MEDYA aslâ yapmaz.
YanıtlaSil