Tahir Elçi cinayetinden 1 Mayıs 1977'ye...
Diyarbakır Mimarlar odası başkanı Eyüp Muhcu birkaç gün önceki açıklamasında "Tahir Elçi planlanarak ve kasten öldürüldü" diyordu.
https://twitter.com/MAturkce/status/1121773409007022081
Oysa gerçek, geçenlerde Diyarbakır Barosunun Forensic Architecture'a yaptırdığı araştırma ve onun sonucunun yayınlanmasıyla açıklığa kavuşmuştu ve durum hiç de Eyüp Muhcu'nun söylediği gibi değildi.
Yani Diyarbakır Barosunun yaptırdığı araştırma Tahir Elçinin ölümüne sebep olan çatışmanın planlanamazlığına, dolayısıyla da cinayetin kasten işlenmediğine dair kesin bir kanıt oluşturuyor.
İddia yeni değil.
Elçinin kaybından beri sıklıkla dile getiriliyor.
Tam karşı kutupta ise, çoğunluğu saçma çıkarım ve anlatılarla katilin PKK olduğunu söyleyenler yer alıyor.
Tahir Elçinin 4 ayaklı minare önündeki basın açıklaması sırasında, minareden yüz metre kadar uzaktaki ana caddede çıkan bir çatışmanın faili PKK'lılar, polisten kaçarken tam açıklamanın yapıldığı an ve yer ile çakışıyorlar.
Belli ki tesadüf.
Aksi durum, akıl dışı komplo teorilerine dalmak ve hiçbir yere çıkmayan patikalarda dolaşırken kaybolmak demek.
Yapılmadı mı?
Elbette fazlasıyla yapıldı...
Oysa olayın filmleri internete düştüğünden beri, Forensic Architecture açıklamasında anlatılanlar zaten hemen hemen aynen dile getirilmişti.
Nasıl?
Şöyle;
Olaydan birkaç gün önce Diyarbakırda, emniyet güçlerine karşı düzenlenen bir saldırıda arkadaşlarını kaybeden 2 PKK mensubu, mezarlık dönüşü çevirdikleri taksinin içindeyken tespit ediliyor, 4 ayaklı minarenin yüz metre kadar ilerisinde polislerce durduruluyor ve araç içinden ateş açıp 2 polisi şehit ettikten sonra, kendilerine en yakın PKK mevziine sığınıp kurtulmak için, Tahir Elçinin basın açıklaması yaptığı noktaya doğru, yokuş aşağı, var güçleriyle tutturdukları bir koşuya kalkıyorlar...
O noktada Tahir Elçinin basın açıklaması yaptığını bilmedikleri için bodoslama Elçiyi korumayla görevli polislerin üzerine gittiklerinin farkında değiller.
Üzerlerine açılan ateşe rağmen dönüşleri artık mümkün değil ve polisleri yarıp geçerek ve muhtemelen bu sırada koşularını engellemeyecek bazı isabetler de alarak ilerliyor, çatışma seslerinden sonra mevzi alıp cami duvarı yanında çökenlerin aksine, sığınmak için tek başına minarenin ayakları arasını seçen Elçinin yanından geçtikten sonra sağa kıvrılıp, hendeklere ulaşmayı başarıyorlar...
PKK'lıların isabet alıp almadığı bilinmiyor.
Aldıkları ama koşunun hızı ve kaçışın adrenaliniyle hendeklere varabildiklerini düşünmek en mantıklısı.
Ancak onlar minareden sağa dönüp, polislerin atış hattından çıkıp, PKK'nınkine doğru ilerlerlerken, muhtemelen arkalarından bakan Tahir Elçi, PKK'lılara sıkılan bir kurşunun ensesinden girip sol gözü üzerinden çıkmasıyla hayatını kaybediyor.
Olaydan oldukça kısa bir süre sonra internete düşen filmlerden, olaydan yıllar sonra açıklanan rapordakilerle aynı şeyi söylemek mümkündü ve zaten de söylendi.
O günlerde bugün Pelikan Yalısı diye bilinen Bosphorus Globalde çalışıyordum ve söz konusu filmleri izleyip Elçi'nin kaza eseri korumayla görevli polislerce vurulduğunu sosyal medyada ilk yazan bendim.
Hatta olay sonrasında, yazdıklarımı izleyerek kafaları oldukça karışmış yalı çalışanlarını da toplayıp bir briefing vermiş ve olayın kurgusunu anlatıp, doğru incelemeye bir örnek olarak alınması gerektiğini anlatmıştım. (*)
Henüz daha çatışmanın ertesi günü ben bu noktada iken PKK taraftarları, Elçinin polisler tarafından bile isteye vurulduğunu, hükümet taraftarları ise Elçinin, PKK hendeklerinden yapılan bir atışla veya üstüne doğru kaçan PKKlıların silahlarından çıkan bir kurşunla öldürüldüğünü iddia ediyorlardı.
8 Şubat tarihinde Diyarbakır Barosu tarafından yayınlanan Forensic Architecture raporu, benim o günlerde doğru analizi yapmış olduğumu, üzerinden onca zaman geçtikten sonra ispat etti.
Ancak yine de, Tahir Elçiyi öldüren mermi çekirdeği bulunamadığı için kesin tanıya ulaşmak hâlâ imkansız ve olay örgüsü muhtemel katil olarak 3 polisi paranteze alsa da içlerinden hangisinin atışının Elçiye isabet ettiği bilinemiyor, bundan sonra da bilinebilmesi zor görünüyor.
Bu aşamada Elçiyi öldüren mermi çekirdeğinin macerasına da kısaca değinmek gerekir.
Mermi çekirdeği neden bulunamadı?
Çünkü mermi çekirdeğinin aranması gereken bölge PKK hendeklerinden yapılan atış hattındaydı ve örgüt, 3 gün boyunca alanı terörize ederek olay yeri araştırmasına imkan tanımadı.
Emniyet güçleri ve PKK hendekleri arasında kalan bu alan, karşılıklı atışların yapılmadığı sakin zamanlarda bölgedeki çocukların da oyun alanıydı ve mermi, kovan vs toplayan çocuklarca talan edildi.
Ne zaman emniyet güçleri bir operasyonla meydanı atış hattında tutan hendekleri temizledi, bölge ancak o zaman araştırılabildi ki eğer mermi çekirdeği halen Elçinin canını aldıktan sonra gidip çarptığı yerdeyse bile, asla bulunamadı... (veya bir olasılık; çekirdek, bölgeyi araştıran polislerce bulunup yok edildi.)
Tahir Elçi cinayeti, kimi zaman suikast, kimi zaman infaz, kimi zaman da kaza olarak nitelenirken her yönden çekiştirildi ve taraflarca araçsallaştırıldı.
Bu bakımdan Tahir Elçinin kaderinin, onun ölümünden sonra da hükmünü sürdürdüğünü söylemek mümkün.
Elçi, ölümünden önce de eleştiri oklarını hiç sakınmadan hem Devlete ve hem de PKK'ya yöneltebilen dürüst bir aydın, tarafsız bir Kürt yurtseveri olarak bilinirdi ve her iki tarafın tepkisini çekmiş, tehditler almış biriydi.
Bu bakımdan, tarafsız ve hakkaniyetli duruşu, her zaman önce terörün asıl kurbanı durumundaki insanlarını dikkate alması ve her koşulda onları savunmasıyla ünlü Elçi'nin ölümü de hayatına benzedi ve simgeleşti.
Terörden nemalananlardan, onu sürdürenlerden veya bitmesi için değil de sürmesi için savaşanlardan uzakta duruşuyla bilinen Elçinin ölümü, bir anlamda yaşarkenki tavrının ölümünden sonra da sürmesiydi ve böylece simgeleşti.
Güneydoğudaki durumun insanlık dışı vahametini görmek istemeyen ve çeşitli sebeplerle 30 yılı aşkındır süren o rezil savaş asla bitmesin isteyenlerce, her iki tarafa da çekiştirilişine ve ölümün meşrebe uygun çarpıtılmaya devam edilişine şahit olmamız boşuna değil.
Hayat zaman zaman tek bir olayda bütün düşünsel yükün yoğunlaştığı merkezler yaratır ama tarafların bunlara gösterdikleri teveccüh her zaman niyetlere bağlıdır.
Ve Tahir Elçi cinayeti üzerine yorum yapanların, genellikle niyetlerinin iyi olduğu söylenemez.
Bugün, yine aynı Tahir Elçinin ölümü gibi simge değeri taşıyan bir başka olayın, 1977 1 Mayıs Taksim felaketinin yıldönümündeyiz.
Belli ki yine, o gün meydana uzun menzilli silahlarla Continental Hotelden ateş açan CIA ajanları, Sular idaresi üstünde mevzi almış tetikçiler, kalabalığa ateş açan provokatörler, halkı ezen polis panzerleri vs ile dolu anlatılara boğulacağız.
Oysa çoktandır biliniyor ki, yıllarca bu tür uydurmalarla anılan olay, hiç de anlatıldığı gibi olmadı.
Gerçek, özellikle de olayda asli sorumluluğu olan DİSK, döneminde ona yandaş veya karşıt çeşitli sol örgütler ve başka komplo meraklılarının çarpıtmaları ardından ve bütün yanlış anlatılarına rağmen, karşı konulmaz biçimde beliriyor.
Peki aslında ne olmuştu o 1 Mayıs günü Taksimde?
Öncelikle olay, birbirine karşıt görüşteki sol gruplar arasındaki tartışmaların, artık silahlı çatışmalara dönüştüğü bir döneme denk geliyor ve kitlesel bir eyleme katılım, olay organizasyonunu yapan DİSK'in, bu gruplardan Sovyetlere yakın TKP hakimiyetinde bulunmasıyla şekilleniyor.
Bilindiği gibi o dönemde "Halkın Sülalesi" adıyla anılan, Halkın Yolu, Halkın Kurtuluşu, Halkın Birliği gibi Maocu eksene yakın gruplar, karşıtları olan Sovyet yanlılarınca meydana alınmıyorlar ve herşey böyle başlıyor.
***
Murat Belge, solun o günlerde içinde bulunduğu durumu anlatıyor: "1977'de sol artık bir şey üzerinde uzlaşabilir olmaktan çıkmıştı. Birbiriyle kanlı bıçaklı olan bir sürü grup vardı. Yalnızca o dediğim ayrı ana kulvarlarda oldukları için değildi bu. Aynı kulvarda olanlar daha yakın rakip oldukları için belki daha da fazla kanlı bıçaklıydı.Sonuçta enternasyonal denge de tabii buraya yansıyordu. Yani Sovyetik çizginin artık oldukça net hegemonya kurduğu DİSK gibi bir örgütün oraya özellikle Çin'i temsilen kimseyi almamak gibi bir tutumu vardı. Can alıcı mesele buydu..."
***
Elbette 'meydana alınmama', organizasyonu yapan DİSK'e ait bir karar ve yine elbette yukarıda adı geçen gruplar bu karara uymayacaklarını ve meydana gireceklerini açıklıyorlar.
Yine bu iki grubun arasında ayrıksı ve her iki tarafa da mesafeli, Devrimci Yol ve benzeri gruplar da ayrı bir hattan, daha gösterişli bir giriş peşindeler.
Halkın Sülalesi Sirkecide toplanıyor ve Tarlabaşı üzerinden Taksime doğru yürüyüşe geçiyor.
Meydan girişinde DİSK barikatları vardır ve kaçınılmaz son yaklaşıyor.
Halkın Sülalesi DİSK barikatlarına ulaştığında, grup içinden herşeyi başlatan ilk atışlar barikatlara doğru yapılıyor ve kıyamet kopuyor.
***
Bu aşamada ilk elden dinlediğim bir kişisel tanıklığı eklemeliyim.
Sonradan maliye bürokrasisi içinde üst düzey görevlerde bulunmuş birinden, o gün o kortejin ön saflarında yer aldığını ve ilk silah atışlarının hemen yanında, kendi örgütü Halkın Kurtuluşundan biri tarafından yapıldığını dinlemiştim.
***
Ve barikatlardan cevap verilmesiyle yükselen silah seslerine meydan da katılıyor.
Çünkü özellikle Devrimci Yol ve benzeri gruplar, hemen her zamanki gibi, belki her zamankinden de fazla silahlılar ve silahlarını ateşlemeye de fazlasıyla hevesliler.
Böylece kitlenin içinde sayıları binlerle ifade edilen tabancalardan bazıları da havaya yaptıkları atışlarla karmaşaya dahil oluyorlar, panik başlıyor ve çok geçmeden de bilinen sonuca ulaşılıyor;
34 ölü, 39'u ateşli silah sebebiyle 126 yaralı...
34 ölüden 1'i meydana dalıp rastgele dolaşan panzer tarafından eziliyor.
Ölenlerden 5'inde ateşli silah yaralanması var ve kalanların tamamı da, yani 29 kişi, ezilerek hayatını kaybedenler, bilindiği gibi çoğu da Kazancı Yokuşu başında...
***
Herşeye bilfiil şahit olan Halil Berktay'ın tanıklığı;
https://t24.com.tr/haber/prof-dr-halil-berktay-kanli-1-mayis-solcularin-isiydi,202924
***
O tarihte ve zamanın ruhuna uygun olarak yeni yeni siyasallaşmakta olan bir ortaokul öğrencisiydim ve ilk günlerde kimsenin katliamdan, devletin veya CIA'nın dahlinden söz etmeyip, sol grupların kıyasıya birbirlerini suçladıklarını çok iyi hatırlıyorum.
Ancak öykü sonradan, birkaç gün içinde ve birdenbire değişti.
İntercontinental Hotelden kitleye ateş açan uzun namlulu silahlar, Sular İdaresi tetikçileri, içinden Tomphson taşıyan kolların uzandığı beyaz polis Renaultları, CIA, MİT komploları ortalığa dökülüverdi.
Kazancı Yokuşunu tıkayan kamyon da zaten, insanlar panikte sıkışıp ezilsinler diye oraya parkedilmişti.
Onlarca gazetecinin kameralarıyla alanda bulunmasına rağmen bugüne kadar kalan fotograflar oldukça belirsiz.
Hele bunlardan bir tanesi, aslında bir filmden alınmış olan ve Sular İdaresi üzerindeki tetikçileri gösterdiği iddiasıyla dolaştırılan da dahil, örnekler o günden bugüne kadar gelen anlatıyı desteklemekten uzaklar.
Hiçbir fotografta yukarıda söylenen uzun namlulular vs yok.
Hiçkimse İntercontinental Hotelden ateş açanları çekmemiş.
Sular İdaresi üstü ise o gün, özellikle gazeteci ve foto muhabirlerinin konuşlandığı, olayı daha iyi izlemek için gruplaştıkları bir yer.
Yukarıda sözü edilen ve filmden alınan karede görülen silahlı kişi/ler, ya kamerası silaha benzetilen muhabirler veya olay sırasında hakim bir mevzi arayıp orayı bulan veya da zaten olay sırasında orada bulunan sivil polisler.
Mantık, etrafları foto muhabirleriyle doluyken, o polislerin insanların üzerine ateş açtığını, doğal olarak kabul etmiyor.
Kaldı ki "Sular İdaresi üzerinden açılan ateş konusu, olaya İntercontinentalden açılandan çok sonra ve bu kare ortalığa saçıldıktan sonra dahil ediliyor.
https://twitter.com/MAturkce/status/1121773409007022081
Oysa gerçek, geçenlerde Diyarbakır Barosunun Forensic Architecture'a yaptırdığı araştırma ve onun sonucunun yayınlanmasıyla açıklığa kavuşmuştu ve durum hiç de Eyüp Muhcu'nun söylediği gibi değildi.
Yani Diyarbakır Barosunun yaptırdığı araştırma Tahir Elçinin ölümüne sebep olan çatışmanın planlanamazlığına, dolayısıyla da cinayetin kasten işlenmediğine dair kesin bir kanıt oluşturuyor.
İddia yeni değil.
Elçinin kaybından beri sıklıkla dile getiriliyor.
Tam karşı kutupta ise, çoğunluğu saçma çıkarım ve anlatılarla katilin PKK olduğunu söyleyenler yer alıyor.
Tahir Elçinin 4 ayaklı minare önündeki basın açıklaması sırasında, minareden yüz metre kadar uzaktaki ana caddede çıkan bir çatışmanın faili PKK'lılar, polisten kaçarken tam açıklamanın yapıldığı an ve yer ile çakışıyorlar.
Belli ki tesadüf.
Aksi durum, akıl dışı komplo teorilerine dalmak ve hiçbir yere çıkmayan patikalarda dolaşırken kaybolmak demek.
Yapılmadı mı?
Elbette fazlasıyla yapıldı...
Oysa olayın filmleri internete düştüğünden beri, Forensic Architecture açıklamasında anlatılanlar zaten hemen hemen aynen dile getirilmişti.
Nasıl?
Şöyle;
Olaydan birkaç gün önce Diyarbakırda, emniyet güçlerine karşı düzenlenen bir saldırıda arkadaşlarını kaybeden 2 PKK mensubu, mezarlık dönüşü çevirdikleri taksinin içindeyken tespit ediliyor, 4 ayaklı minarenin yüz metre kadar ilerisinde polislerce durduruluyor ve araç içinden ateş açıp 2 polisi şehit ettikten sonra, kendilerine en yakın PKK mevziine sığınıp kurtulmak için, Tahir Elçinin basın açıklaması yaptığı noktaya doğru, yokuş aşağı, var güçleriyle tutturdukları bir koşuya kalkıyorlar...
O noktada Tahir Elçinin basın açıklaması yaptığını bilmedikleri için bodoslama Elçiyi korumayla görevli polislerin üzerine gittiklerinin farkında değiller.
Üzerlerine açılan ateşe rağmen dönüşleri artık mümkün değil ve polisleri yarıp geçerek ve muhtemelen bu sırada koşularını engellemeyecek bazı isabetler de alarak ilerliyor, çatışma seslerinden sonra mevzi alıp cami duvarı yanında çökenlerin aksine, sığınmak için tek başına minarenin ayakları arasını seçen Elçinin yanından geçtikten sonra sağa kıvrılıp, hendeklere ulaşmayı başarıyorlar...
PKK'lıların isabet alıp almadığı bilinmiyor.
Aldıkları ama koşunun hızı ve kaçışın adrenaliniyle hendeklere varabildiklerini düşünmek en mantıklısı.
Ancak onlar minareden sağa dönüp, polislerin atış hattından çıkıp, PKK'nınkine doğru ilerlerlerken, muhtemelen arkalarından bakan Tahir Elçi, PKK'lılara sıkılan bir kurşunun ensesinden girip sol gözü üzerinden çıkmasıyla hayatını kaybediyor.
Olaydan oldukça kısa bir süre sonra internete düşen filmlerden, olaydan yıllar sonra açıklanan rapordakilerle aynı şeyi söylemek mümkündü ve zaten de söylendi.
O günlerde bugün Pelikan Yalısı diye bilinen Bosphorus Globalde çalışıyordum ve söz konusu filmleri izleyip Elçi'nin kaza eseri korumayla görevli polislerce vurulduğunu sosyal medyada ilk yazan bendim.
Hatta olay sonrasında, yazdıklarımı izleyerek kafaları oldukça karışmış yalı çalışanlarını da toplayıp bir briefing vermiş ve olayın kurgusunu anlatıp, doğru incelemeye bir örnek olarak alınması gerektiğini anlatmıştım. (*)
Henüz daha çatışmanın ertesi günü ben bu noktada iken PKK taraftarları, Elçinin polisler tarafından bile isteye vurulduğunu, hükümet taraftarları ise Elçinin, PKK hendeklerinden yapılan bir atışla veya üstüne doğru kaçan PKKlıların silahlarından çıkan bir kurşunla öldürüldüğünü iddia ediyorlardı.
8 Şubat tarihinde Diyarbakır Barosu tarafından yayınlanan Forensic Architecture raporu, benim o günlerde doğru analizi yapmış olduğumu, üzerinden onca zaman geçtikten sonra ispat etti.
Ancak yine de, Tahir Elçiyi öldüren mermi çekirdeği bulunamadığı için kesin tanıya ulaşmak hâlâ imkansız ve olay örgüsü muhtemel katil olarak 3 polisi paranteze alsa da içlerinden hangisinin atışının Elçiye isabet ettiği bilinemiyor, bundan sonra da bilinebilmesi zor görünüyor.
Bu aşamada Elçiyi öldüren mermi çekirdeğinin macerasına da kısaca değinmek gerekir.
Mermi çekirdeği neden bulunamadı?
Çünkü mermi çekirdeğinin aranması gereken bölge PKK hendeklerinden yapılan atış hattındaydı ve örgüt, 3 gün boyunca alanı terörize ederek olay yeri araştırmasına imkan tanımadı.
Emniyet güçleri ve PKK hendekleri arasında kalan bu alan, karşılıklı atışların yapılmadığı sakin zamanlarda bölgedeki çocukların da oyun alanıydı ve mermi, kovan vs toplayan çocuklarca talan edildi.
Ne zaman emniyet güçleri bir operasyonla meydanı atış hattında tutan hendekleri temizledi, bölge ancak o zaman araştırılabildi ki eğer mermi çekirdeği halen Elçinin canını aldıktan sonra gidip çarptığı yerdeyse bile, asla bulunamadı... (veya bir olasılık; çekirdek, bölgeyi araştıran polislerce bulunup yok edildi.)
Tahir Elçi cinayeti, kimi zaman suikast, kimi zaman infaz, kimi zaman da kaza olarak nitelenirken her yönden çekiştirildi ve taraflarca araçsallaştırıldı.
Bu bakımdan Tahir Elçinin kaderinin, onun ölümünden sonra da hükmünü sürdürdüğünü söylemek mümkün.
Elçi, ölümünden önce de eleştiri oklarını hiç sakınmadan hem Devlete ve hem de PKK'ya yöneltebilen dürüst bir aydın, tarafsız bir Kürt yurtseveri olarak bilinirdi ve her iki tarafın tepkisini çekmiş, tehditler almış biriydi.
Bu bakımdan, tarafsız ve hakkaniyetli duruşu, her zaman önce terörün asıl kurbanı durumundaki insanlarını dikkate alması ve her koşulda onları savunmasıyla ünlü Elçi'nin ölümü de hayatına benzedi ve simgeleşti.
Terörden nemalananlardan, onu sürdürenlerden veya bitmesi için değil de sürmesi için savaşanlardan uzakta duruşuyla bilinen Elçinin ölümü, bir anlamda yaşarkenki tavrının ölümünden sonra da sürmesiydi ve böylece simgeleşti.
Güneydoğudaki durumun insanlık dışı vahametini görmek istemeyen ve çeşitli sebeplerle 30 yılı aşkındır süren o rezil savaş asla bitmesin isteyenlerce, her iki tarafa da çekiştirilişine ve ölümün meşrebe uygun çarpıtılmaya devam edilişine şahit olmamız boşuna değil.
Hayat zaman zaman tek bir olayda bütün düşünsel yükün yoğunlaştığı merkezler yaratır ama tarafların bunlara gösterdikleri teveccüh her zaman niyetlere bağlıdır.
Ve Tahir Elçi cinayeti üzerine yorum yapanların, genellikle niyetlerinin iyi olduğu söylenemez.
Bugün, yine aynı Tahir Elçinin ölümü gibi simge değeri taşıyan bir başka olayın, 1977 1 Mayıs Taksim felaketinin yıldönümündeyiz.
Belli ki yine, o gün meydana uzun menzilli silahlarla Continental Hotelden ateş açan CIA ajanları, Sular idaresi üstünde mevzi almış tetikçiler, kalabalığa ateş açan provokatörler, halkı ezen polis panzerleri vs ile dolu anlatılara boğulacağız.
Oysa çoktandır biliniyor ki, yıllarca bu tür uydurmalarla anılan olay, hiç de anlatıldığı gibi olmadı.
Gerçek, özellikle de olayda asli sorumluluğu olan DİSK, döneminde ona yandaş veya karşıt çeşitli sol örgütler ve başka komplo meraklılarının çarpıtmaları ardından ve bütün yanlış anlatılarına rağmen, karşı konulmaz biçimde beliriyor.
Peki aslında ne olmuştu o 1 Mayıs günü Taksimde?
Öncelikle olay, birbirine karşıt görüşteki sol gruplar arasındaki tartışmaların, artık silahlı çatışmalara dönüştüğü bir döneme denk geliyor ve kitlesel bir eyleme katılım, olay organizasyonunu yapan DİSK'in, bu gruplardan Sovyetlere yakın TKP hakimiyetinde bulunmasıyla şekilleniyor.
Bilindiği gibi o dönemde "Halkın Sülalesi" adıyla anılan, Halkın Yolu, Halkın Kurtuluşu, Halkın Birliği gibi Maocu eksene yakın gruplar, karşıtları olan Sovyet yanlılarınca meydana alınmıyorlar ve herşey böyle başlıyor.
***
Murat Belge, solun o günlerde içinde bulunduğu durumu anlatıyor: "1977'de sol artık bir şey üzerinde uzlaşabilir olmaktan çıkmıştı. Birbiriyle kanlı bıçaklı olan bir sürü grup vardı. Yalnızca o dediğim ayrı ana kulvarlarda oldukları için değildi bu. Aynı kulvarda olanlar daha yakın rakip oldukları için belki daha da fazla kanlı bıçaklıydı.Sonuçta enternasyonal denge de tabii buraya yansıyordu. Yani Sovyetik çizginin artık oldukça net hegemonya kurduğu DİSK gibi bir örgütün oraya özellikle Çin'i temsilen kimseyi almamak gibi bir tutumu vardı. Can alıcı mesele buydu..."
***
Elbette 'meydana alınmama', organizasyonu yapan DİSK'e ait bir karar ve yine elbette yukarıda adı geçen gruplar bu karara uymayacaklarını ve meydana gireceklerini açıklıyorlar.
Yine bu iki grubun arasında ayrıksı ve her iki tarafa da mesafeli, Devrimci Yol ve benzeri gruplar da ayrı bir hattan, daha gösterişli bir giriş peşindeler.
Halkın Sülalesi Sirkecide toplanıyor ve Tarlabaşı üzerinden Taksime doğru yürüyüşe geçiyor.
Meydan girişinde DİSK barikatları vardır ve kaçınılmaz son yaklaşıyor.
Halkın Sülalesi DİSK barikatlarına ulaştığında, grup içinden herşeyi başlatan ilk atışlar barikatlara doğru yapılıyor ve kıyamet kopuyor.
***
Bu aşamada ilk elden dinlediğim bir kişisel tanıklığı eklemeliyim.
Sonradan maliye bürokrasisi içinde üst düzey görevlerde bulunmuş birinden, o gün o kortejin ön saflarında yer aldığını ve ilk silah atışlarının hemen yanında, kendi örgütü Halkın Kurtuluşundan biri tarafından yapıldığını dinlemiştim.
***
Ve barikatlardan cevap verilmesiyle yükselen silah seslerine meydan da katılıyor.
Çünkü özellikle Devrimci Yol ve benzeri gruplar, hemen her zamanki gibi, belki her zamankinden de fazla silahlılar ve silahlarını ateşlemeye de fazlasıyla hevesliler.
Böylece kitlenin içinde sayıları binlerle ifade edilen tabancalardan bazıları da havaya yaptıkları atışlarla karmaşaya dahil oluyorlar, panik başlıyor ve çok geçmeden de bilinen sonuca ulaşılıyor;
34 ölü, 39'u ateşli silah sebebiyle 126 yaralı...
34 ölüden 1'i meydana dalıp rastgele dolaşan panzer tarafından eziliyor.
Ölenlerden 5'inde ateşli silah yaralanması var ve kalanların tamamı da, yani 29 kişi, ezilerek hayatını kaybedenler, bilindiği gibi çoğu da Kazancı Yokuşu başında...
***
Herşeye bilfiil şahit olan Halil Berktay'ın tanıklığı;
https://t24.com.tr/haber/prof-dr-halil-berktay-kanli-1-mayis-solcularin-isiydi,202924
***
O tarihte ve zamanın ruhuna uygun olarak yeni yeni siyasallaşmakta olan bir ortaokul öğrencisiydim ve ilk günlerde kimsenin katliamdan, devletin veya CIA'nın dahlinden söz etmeyip, sol grupların kıyasıya birbirlerini suçladıklarını çok iyi hatırlıyorum.
Ancak öykü sonradan, birkaç gün içinde ve birdenbire değişti.
İntercontinental Hotelden kitleye ateş açan uzun namlulu silahlar, Sular İdaresi tetikçileri, içinden Tomphson taşıyan kolların uzandığı beyaz polis Renaultları, CIA, MİT komploları ortalığa dökülüverdi.
Kazancı Yokuşunu tıkayan kamyon da zaten, insanlar panikte sıkışıp ezilsinler diye oraya parkedilmişti.
Onlarca gazetecinin kameralarıyla alanda bulunmasına rağmen bugüne kadar kalan fotograflar oldukça belirsiz.
Hele bunlardan bir tanesi, aslında bir filmden alınmış olan ve Sular İdaresi üzerindeki tetikçileri gösterdiği iddiasıyla dolaştırılan da dahil, örnekler o günden bugüne kadar gelen anlatıyı desteklemekten uzaklar.
Hiçbir fotografta yukarıda söylenen uzun namlulular vs yok.
Hiçkimse İntercontinental Hotelden ateş açanları çekmemiş.
Sular İdaresi üstü ise o gün, özellikle gazeteci ve foto muhabirlerinin konuşlandığı, olayı daha iyi izlemek için gruplaştıkları bir yer.
Yukarıda sözü edilen ve filmden alınan karede görülen silahlı kişi/ler, ya kamerası silaha benzetilen muhabirler veya olay sırasında hakim bir mevzi arayıp orayı bulan veya da zaten olay sırasında orada bulunan sivil polisler.
Mantık, etrafları foto muhabirleriyle doluyken, o polislerin insanların üzerine ateş açtığını, doğal olarak kabul etmiyor.
Kaldı ki "Sular İdaresi üzerinden açılan ateş konusu, olaya İntercontinentalden açılandan çok sonra ve bu kare ortalığa saçıldıktan sonra dahil ediliyor.
Şimdiye kadar tek bir tanık ortaya çıkıp "Evet ben de oradaydım, Sular İdaresi üzerinde ve yanımda kitleye ateş edildi" demiyor.
Şüphesiz ki konu çok karışık ve hâlâ böyle bir yazıya sığacak kadar özetlenebilmeye müsait değil.
Ancak son olarak değinilmesi gereken bir aktör daha var;
İddialara göre bir Kontrgerilla ve CIA operasyonu olan katliamdaki baş sorumlulardan biri, yani Kazancı Yokuşu başına sırf yolu tıkamak ve çıkartılacak panikte insanların ezilmesini sağlamak amacıyla konulan o kamyon.
Olaydan yıllar sonra ve görece yeni ortaya çıkıyor, anlaşılıyor ki o kamyon DİSK'e ait.
Kamyon, miting için hazırlanan sökülebilir kürsüyü meydana taşıyan araç ve Kzancı girişine elbette DİSK çalışanlarınca parkediliyor.
Ne CIA ne MİT ve ne de kontrgerilla ile hiçbir ilgisi yok.
İşin ilginç yanı o kamyon, yıllarca herkes tarafından komplonun bir parçası olarak kabul ediliyor ama hiçbir DİSK görevlisi de bunca zaman zarfında ortaya çıkıp; "o kamyon bizimdi, onu oraya biz koyduk" demiyor.
Okuyucunun da tahmin edeceği gibi bu yazı, Tahir Elçinin katli ve yıldönümü gelen 1 Mayıs 1977 arasındaki ortak noktaya, her iki olayın da özgün hakikatlerinden uzaklaştırılıp siyasi araçsallaştırmalara uğrayışları, ikisinin de birer simge oluşu üzerinde yoğunlaşıyor ama belki o DİSK kamyonu da 3. bir simge olarak kabul edilmeli...
Ve sadede gelelim.
Biri diğerine göre çok daha büyük, yıllar önce gerçekleşmiş ve yarın yıldönümü gelecek olanla, diğeri tek bir kişinin, oldukça özgün bir insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan iki olayı bir yazıda birlikte anlatarak amaçladığımın anlaşıldığını sanıyorum.
Her iki olay da taraflarca çarpıtılma, araçsallaştırılma ve yanlışta ısrarda ortaklaşıyorlar.
(Bu konuda yazının başında bahsedilen Eyüp Muhcu'nun Forensic Architecture araştırması sonrasına denk gelen açıklamasını en yakın örnek olarak alabiliriz.)
Başka ölümlere bağları ve arkalarından diğer başka ölümlere takılmaları açısından da ortaklar.
Her ikisinin de üzerine belki farklı sebeplerden gidilmiyor ve aydınlatılmaları için uğraşılmıyor.
Her ikisi de sebepleri olan düşmanlıkla savaşma ve onu yenme, çatışmaları azaltma özelliklerini barındırıyor ama buna izin verilmiyor.
Bir an için 1977 de solun kendi 1 Mayısı ile yüzleştiğini ve sonra da gerekeni yaptığını düşünelim.
Kuşkusuz ki tarih, bugün bildiğimiz gibi gelişmez ve çok farklı bir mecrada akardı.
Veya Tahir Elçi'nin ölümünden gereken dersin çıkarıldığını, tarafların bununla yüzleştiklerini.
Aynı şekilde.
Her iki olay da içerikleri, özleri itibariyle birçok şeyi değiştirme gücüne sahipken, yalan ve çarpıtmalarla engellendiler.
Hiçbir bakımdan tekarlanmamaları umuduyla...
(*)
Forensic Architecture raporu ile Elçinin ölümünün hemen ardından benim yaptığım olay okuması arasında sadece 2 fark var, onları da belirtmek isterim;
1. Ben filmleri internet ortamında izlerken bir şeyi kaçırmışım.
Durduruldukları taksi içinden ateş edip 2 polisi şehit eden PKK'lılar, tutturdukları koşunun ortalarında, 4 Ayaklı Minare yolunda, onları durdurmaya çalışan bir polisi daha vuruyorlar.
2. Forensic Architecture raporunda bir detay yok ve belki önemli olabilir
PKK'lıların içinde bulundukları taksi durdurulup, onlar araç içinden ateş açtıktan ve kaçışlarına başladıkları anda, 10-15 metre gerideki bir aracın kapısı açılıyor ve bir kişi, olay yönüne değil, hemen yandaki bina grubuna doğru koşuyor, binaya giriyor.
O kişinin PKK'lıları takip eden bir başka polis aracından olduğunu, PKK'lılar minareye doğru koşmak yerine hemen sağdaki çıkmaz sokağa girebilirler olasılığına karşı yollarını kesmek isteyen bir emniyetçi olduğunu düşünüyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder