Pelikan. Celal Eren Çelik floodu üzerine eleştiri ve notlar
Türkiye, deyim yerindeyse,
2016 yılının 1 Mayısından beri pelikan kelimesiyle yatıp kalkıyor.
Ve büyük yeteneksiz, hukuksuz hukukçu, ekran çimadamı Selman Öğüt.
Bilgiler önemli diye buraya alıyorum ve özellikle de Medipol bağlantısı yüzünden.
Çünkü Yalıda olduğum zamanlarda sorduğum “Nereden geliyor bu değirmenin suyu?” soruma, tek kelimeyle “Medipol” olarak cevap verilmişti. Bu bakımdan Selman Öğüt önemli.
28-Selman Öğüt'ten devam edelim isterseniz...Selman Öğüt’e de bakalım biraz isterseniz… Kendisinin öğretim üyeliğini yaptığı Medipol Üniversitesi AKP’li Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın sahibi olduğu Medipol Hastaneler Grubu’na ait… 29-Selman Öğüt ayrıca Erdoğan Ailesi’nin TÜRGEV ile birlikte en önem verdikleri ve alternatif Türkçe Olimpiyatlarını düzenleyen, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden milyonlarca lira yardım alan,+++
Hikayenin bir yerinde C.E.Çelik, uluslarası ilişkilerin öne çıktığı, İngiltere merkezli bir komplonun sinyallerini yaymaya dalıyor.
Hemen hemen şuradan sonra;
72-İşte “PELİKAN GRUBU”nun bu “KÜRESELE” evrilme sürecinde inisiyatif ise artık açıkça SOROS’un en yakın ismi olarak TESEV’i,AÇIK TOPLUM VAKFI’nı kuran Can Paker’e geçiyordu.
İnsanların gündeme ama daha çok iktidardaki AkPartiye yakınlık veya
uzaklıklarına göre bilgi ve fikir sahibi oldukları bir fenomen bu.
AKP’ye ve gündeme uzak olanlar için karşılarındaki karmaşık bir iktidar, giderek de çıkar mücadelesi.
Yakın olanlar için ise anlaşılması zor, karmaşık ve çok boyutlu bir entrikalar, kavgalar silsilesi.
Her zamanki gibi hemen herkesin konuyla ilgisi bir fikri, o fikri besleyen genellikle seçilmiş bilgileri ve ulaştığı kanaatler var.
Bunlardan birisi de dün, 6 mart 2020 cuma günü, twitterda konuyu uzun ve detaylı bir floodla ele alan ve @yazparov mahlası ile yazan gazeteci Celal Eren Çelik idi.
Yazdıkları bu tweet ile başlıyor;
https://twitter.com/yazparov/status/1236026468850900997
Çok fazla detaya girmeden C.E.Çelik’in yazdıklarına değinmek istiyorum.
Ama başlamadan önce kısa bir hatırlatma;
1 Mayıs 2016 günü başta Twitter bütün Sosyal Medya bir blog yazısıyla çalkalandı.
Yazı “Reisci” yani R.T. Erdoğanı desteklediği açık biri tarafından yazılmıştı ve dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlunu hedef alıyordu.
https://pelikandosyasi.wordpress.com/
AKP’nin kitle desteği konusunda zirveyi gördüğü bir dönemde Başbakanlık görevini üstlenmiş Davutoğlu, bu bildirinin yayınlanmasından 5 gün sonra istifa etti.
Bu yazıda tekrar dönülmeyecek kanıtlar açık biçimde bildiriyi yazanları işaretliyordu ki zaten onlar da imza atma cesaretini göstermedikleri bildirinin içinden, kendilerini yeterince ve olanca kibirleriyle gösteriyorlardı.
Bildiri Bosphorus Global/Boğaziçi Küresel adlıyla bilinen bir organizasyonun sorumluları tarafından kaleme alınmış ve yine bu gruptan insanlar ile onlarla mesai ve amaç birliği açık başkaları tarafından yayılmıştı.
Ben de 2015’in ekim, kasım, aralık ve 2016’nın da ocak ayları arasında o yapı içinde kreatif direktor ve editor olarak görev almış, sonra da uzaklaştırılmıştım.
Müellifleri tarafından Pelikan Dosyası diye adlandırılan bildiri doğal olarak zaman içinde Bosphorus Global’in adresi olan Kuzguncuktaki bir yalıya da Pelikan Yalısı denmesine, ekibe Pelikanlar adı verilmesine yol açtı.
Bütün bunlar, içlerinde benim de olduğum çeşitli kaynaklar tarafından birçok yerde ele alındı.
Bunlardan muhalif kesime ait olanları genellikle meseleye geç uyandı, görece tarafsız ve/veya AKP medyasına dail edilebilecekler ise baskılandı, susturulmaya çalışıldı.
Bu susturmanın ve baskılamanın işlevsizleştiği yerde ise dezenformasyon devreye girdi, bilgiler, veriler çarpıtıldı.
Bu çarpıtma gazetecilik hırsının, satış gayesinin, ilgi çekme isteğinin, paranoyanın, intikamın ve benzeri bozguncu etkenlerin de dahil olduğu bir süreçte yürümeye başladı ki, burada ele alınacak C.E.Çelik’in floodu da bunlara bir örnek.
Elbette içinde sürüyle doğru bulunuyor.
Yeri geldikçe, pekiştirme amacıyla bunlara eğilebilirim ama bu yazıda asıl niyetim yanlış ve yanılgılara odaklanmak.
Çünkü C.E.Çelik’in metni, belki kötü niyetli olmayan, oldukça detaylı ama yukarıda da söylediğim gibi farklı motivasyonlarla (ki bunlara da değinmeye çalışacağım) hataları olan bir metin.
Bölümlerden alıntılar yaparak ve yazarının tercihi ettiği sırayı koruyarak ilerliyorum;
5-Özetle geçecek olursak bir süre sonra Erdoğan’dan bağımsız politikalar uygulamaya,kendi medyasını ve sermayesini oluşturmaya kalkan ve parti içerisinde de “HOCACILAR” adı verilen grubu ile giderek güçlenen Ahmet Davutoğlu “tehlikesi”, +++ 6-+++başlıklı isimsiz bir bildirinin 1 Mayıs 2016 günü yayınlanmasının ardından tasfiye edildi…
AKP’ye ve gündeme uzak olanlar için karşılarındaki karmaşık bir iktidar, giderek de çıkar mücadelesi.
Yakın olanlar için ise anlaşılması zor, karmaşık ve çok boyutlu bir entrikalar, kavgalar silsilesi.
Her zamanki gibi hemen herkesin konuyla ilgisi bir fikri, o fikri besleyen genellikle seçilmiş bilgileri ve ulaştığı kanaatler var.
Bunlardan birisi de dün, 6 mart 2020 cuma günü, twitterda konuyu uzun ve detaylı bir floodla ele alan ve @yazparov mahlası ile yazan gazeteci Celal Eren Çelik idi.
Yazdıkları bu tweet ile başlıyor;
https://twitter.com/yazparov/status/1236026468850900997
Çok fazla detaya girmeden C.E.Çelik’in yazdıklarına değinmek istiyorum.
Ama başlamadan önce kısa bir hatırlatma;
1 Mayıs 2016 günü başta Twitter bütün Sosyal Medya bir blog yazısıyla çalkalandı.
Yazı “Reisci” yani R.T. Erdoğanı desteklediği açık biri tarafından yazılmıştı ve dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlunu hedef alıyordu.
https://pelikandosyasi.wordpress.com/
AKP’nin kitle desteği konusunda zirveyi gördüğü bir dönemde Başbakanlık görevini üstlenmiş Davutoğlu, bu bildirinin yayınlanmasından 5 gün sonra istifa etti.
Bu yazıda tekrar dönülmeyecek kanıtlar açık biçimde bildiriyi yazanları işaretliyordu ki zaten onlar da imza atma cesaretini göstermedikleri bildirinin içinden, kendilerini yeterince ve olanca kibirleriyle gösteriyorlardı.
Bildiri Bosphorus Global/Boğaziçi Küresel adlıyla bilinen bir organizasyonun sorumluları tarafından kaleme alınmış ve yine bu gruptan insanlar ile onlarla mesai ve amaç birliği açık başkaları tarafından yayılmıştı.
Ben de 2015’in ekim, kasım, aralık ve 2016’nın da ocak ayları arasında o yapı içinde kreatif direktor ve editor olarak görev almış, sonra da uzaklaştırılmıştım.
Müellifleri tarafından Pelikan Dosyası diye adlandırılan bildiri doğal olarak zaman içinde Bosphorus Global’in adresi olan Kuzguncuktaki bir yalıya da Pelikan Yalısı denmesine, ekibe Pelikanlar adı verilmesine yol açtı.
Bütün bunlar, içlerinde benim de olduğum çeşitli kaynaklar tarafından birçok yerde ele alındı.
Bunlardan muhalif kesime ait olanları genellikle meseleye geç uyandı, görece tarafsız ve/veya AKP medyasına dail edilebilecekler ise baskılandı, susturulmaya çalışıldı.
Bu susturmanın ve baskılamanın işlevsizleştiği yerde ise dezenformasyon devreye girdi, bilgiler, veriler çarpıtıldı.
Bu çarpıtma gazetecilik hırsının, satış gayesinin, ilgi çekme isteğinin, paranoyanın, intikamın ve benzeri bozguncu etkenlerin de dahil olduğu bir süreçte yürümeye başladı ki, burada ele alınacak C.E.Çelik’in floodu da bunlara bir örnek.
Elbette içinde sürüyle doğru bulunuyor.
Yeri geldikçe, pekiştirme amacıyla bunlara eğilebilirim ama bu yazıda asıl niyetim yanlış ve yanılgılara odaklanmak.
Çünkü C.E.Çelik’in metni, belki kötü niyetli olmayan, oldukça detaylı ama yukarıda da söylediğim gibi farklı motivasyonlarla (ki bunlara da değinmeye çalışacağım) hataları olan bir metin.
Bölümlerden alıntılar yaparak ve yazarının tercihi ettiği sırayı koruyarak ilerliyorum;
5-Özetle geçecek olursak bir süre sonra Erdoğan’dan bağımsız politikalar uygulamaya,kendi medyasını ve sermayesini oluşturmaya kalkan ve parti içerisinde de “HOCACILAR” adı verilen grubu ile giderek güçlenen Ahmet Davutoğlu “tehlikesi”, +++ 6-+++başlıklı isimsiz bir bildirinin 1 Mayıs 2016 günü yayınlanmasının ardından tasfiye edildi…
Hocacılar.
Böyle bir grup var mıydı? Davutoğlu/Hocacılar gerçekten de kendi medyalarını ve sermayelerini oluşturmuşlar mıydı?
Yazar herhangi bir kanıt koymuyor, söyleyip geçiyor ki Pelikanlar da bildirilerinde aynısını yapmışlardı ve bu iddiaların kaynağı da aslında onlardı.
Sermaye oluşturma oldukça ciddi ve medyaya göre tehlikeli bir iddia, çünkü bir çıkar ağına işaret eder.
Medya için ise bugünki tavrına bakarak, belki bir zamanlar benim de köşe yazdığım Karar Gazetesi örneklenebilir ama Davutoğlunun 5 Mayıstaki istifasından önce, sair iktidar yanlısı medyadan ayırd edici ne özellikleri vardı?
Cevap bulmakta oldukça zorlanılacak bir konu.
Dolayısıyla C.E.Çelik’in Davutoğlunun kendi medyasını ve sermayesini oluşturduğu iddiası Pelikanlardan devşirme, meşrebe uygun ama arkası boş bir iddia.
Erdoğandan bağımsız politikalar konusunda ise C.E.Çelik elbette bir yere kadar haklı.
Çünkü Davutoğlu AKP içindeki Batıcı kanadın bir temsilcisi, hatta önderiydi ve hukuk devleti, şeffaflık, demokrasi konularında Erdoğanla çatıştı.
Bu artık herkes tarafından biliniyor. Tabii siyasi mensubiyeti C.E.Çelik’e bu konuda bir saptama yapmama hakkı veriyor. Geçelim.
Komplo teorimiz başlıyor;
11-Davutoğlu gücünün zirvesinde olduğu hissi ve çok yakında tek iktidar sahibinin kendisi olacağına dair inancı ile kibir içerisindeyken sessiz sedasız bir STK kuruluyordu: BOĞAZİÇİ KÜRESEL ARAŞTIRMALAR MERKEZİ...
Böyle bir grup var mıydı? Davutoğlu/Hocacılar gerçekten de kendi medyalarını ve sermayelerini oluşturmuşlar mıydı?
Yazar herhangi bir kanıt koymuyor, söyleyip geçiyor ki Pelikanlar da bildirilerinde aynısını yapmışlardı ve bu iddiaların kaynağı da aslında onlardı.
Sermaye oluşturma oldukça ciddi ve medyaya göre tehlikeli bir iddia, çünkü bir çıkar ağına işaret eder.
Medya için ise bugünki tavrına bakarak, belki bir zamanlar benim de köşe yazdığım Karar Gazetesi örneklenebilir ama Davutoğlunun 5 Mayıstaki istifasından önce, sair iktidar yanlısı medyadan ayırd edici ne özellikleri vardı?
Cevap bulmakta oldukça zorlanılacak bir konu.
Dolayısıyla C.E.Çelik’in Davutoğlunun kendi medyasını ve sermayesini oluşturduğu iddiası Pelikanlardan devşirme, meşrebe uygun ama arkası boş bir iddia.
Erdoğandan bağımsız politikalar konusunda ise C.E.Çelik elbette bir yere kadar haklı.
Çünkü Davutoğlu AKP içindeki Batıcı kanadın bir temsilcisi, hatta önderiydi ve hukuk devleti, şeffaflık, demokrasi konularında Erdoğanla çatıştı.
Bu artık herkes tarafından biliniyor. Tabii siyasi mensubiyeti C.E.Çelik’e bu konuda bir saptama yapmama hakkı veriyor. Geçelim.
Komplo teorimiz başlıyor;
11-Davutoğlu gücünün zirvesinde olduğu hissi ve çok yakında tek iktidar sahibinin kendisi olacağına dair inancı ile kibir içerisindeyken sessiz sedasız bir STK kuruluyordu: BOĞAZİÇİ KÜRESEL ARAŞTIRMALAR MERKEZİ...
12-Aslında “kuruluyordu” kelimesi yanlış olur... Zira bu
STK(!) daha önce başka floodlarımızda detayları ile incelediğimiz ABD’nin
Dünyayı Sivil Toplum Kuruluşları eli ile dizayn etme projesi olan “PROJECT
DEMOCRACY” stratejisine uygun olarak “kurduruluyor” ve +++
13-+++zamanı gelince aktive edilmek üzere “uykuya”
yatırılıyordu.
İlginç. C.E.Çelik’ten ne zaman kurulduğunu nedense öğrenemediğimiz bu organizasyonun, çok önce kurulduğunu, hatta kurdurulduğunu, üzerine bir de uykuya yatırıldığını öğreniyoruz ama tarih yok.
Yok çünkü C.E.Çelik aslında uyduruyor.
Boğaziçi Küresel/Bosphorus Global, çok önceden filan kurulmadı. Medyaya düşen ve Berat Albayrak’ın işin içinde oluşuna ispat olan o mailleşmeler, yaklaşık kuruluş tarihini veriyor; Pelikan Bildirisinden ortalama 1 yıl kadar önce.
C.E.Çelik 14’den 23 numaralı tweetine kadar bulanık, kafa karıştırıcı ve açıkcası hiç bilgim olmadığı için yorum yapmayacağım bir takım verilerle, uzak iplerin uçlarını birbirine bağladığı bir ilişkiler ağının içinde, örgütlenmenin kurucusu İdris Kardaş’ın adını geçiriyor ve onun üzerine biraz silik, bulanık ama çağrışımları ağır önemli bir sorumluluk yüklüyor.
Diğerlerini bilemem ama İdris Kardaş gerçekten de o yapının, bir sivil toplum kuruluşu olarak organizasyonun mimarıdır ve fakat işin önemli bir bölümünü hayata geçirip kurumu ayakları üzerine diktikten sonra, 2016’nın en başında, yalıdan acayip, ucuz, karmaşık bir entrika ile kovulmuş ve önceden de bütün görevlerinden istifa etmiş olduğu için maddi manevi zor bir durumda ve yapayalnız kalmıştır.
Pelikan yapısı ile yollarımızın ayrıldığı yer ideolojik çatışmalardan başka, benim İdris Kardaşın bu muameleye tabi olmasına gösterdiğim tepkiyle de başlar.
Kendisi sonrasında grubun ona tekrar tanıdığı olanaklardan faydalanmak üzere AKP destekçiliğine geri dönmüş, bu da bu sefer benim ile İdris Kardaşın yol ayrımını oluşturmuştur.
En kabasından söylenmesi gereken şudur;
Grubun beyni, lideri pozisyonunda ileride tekrar değinilecek olan Süheyb Öğüt, kendisi ve yakın çevresiyle, bu tip bir organizasyonun altından kalkabilecek birikimden yoksundur.
Bu işi İdris Kardaş üstlenmiş, işini hakkıyla yapmış ve sonra da artık ihtiyaç kalmadı düşüncesiyle tasfiye edilmiştir, muhtemelen de organizasyonu bir blok olarak finanse edenlerden aldığı ücret, Süheyb-Hilal ikilisine kalsın diye…
Yani C.E.Çelik;
24-Küresel İlişkiler Derneği “uykusundan uyandırıldığında” az sonra detaylarına da değineceğimiz üzere “Koordinatör” sıfatı ile artık tüm kontrol Süheyb Öğüt’e geçmişti..
İlginç. C.E.Çelik’ten ne zaman kurulduğunu nedense öğrenemediğimiz bu organizasyonun, çok önce kurulduğunu, hatta kurdurulduğunu, üzerine bir de uykuya yatırıldığını öğreniyoruz ama tarih yok.
Yok çünkü C.E.Çelik aslında uyduruyor.
Boğaziçi Küresel/Bosphorus Global, çok önceden filan kurulmadı. Medyaya düşen ve Berat Albayrak’ın işin içinde oluşuna ispat olan o mailleşmeler, yaklaşık kuruluş tarihini veriyor; Pelikan Bildirisinden ortalama 1 yıl kadar önce.
C.E.Çelik 14’den 23 numaralı tweetine kadar bulanık, kafa karıştırıcı ve açıkcası hiç bilgim olmadığı için yorum yapmayacağım bir takım verilerle, uzak iplerin uçlarını birbirine bağladığı bir ilişkiler ağının içinde, örgütlenmenin kurucusu İdris Kardaş’ın adını geçiriyor ve onun üzerine biraz silik, bulanık ama çağrışımları ağır önemli bir sorumluluk yüklüyor.
Diğerlerini bilemem ama İdris Kardaş gerçekten de o yapının, bir sivil toplum kuruluşu olarak organizasyonun mimarıdır ve fakat işin önemli bir bölümünü hayata geçirip kurumu ayakları üzerine diktikten sonra, 2016’nın en başında, yalıdan acayip, ucuz, karmaşık bir entrika ile kovulmuş ve önceden de bütün görevlerinden istifa etmiş olduğu için maddi manevi zor bir durumda ve yapayalnız kalmıştır.
Pelikan yapısı ile yollarımızın ayrıldığı yer ideolojik çatışmalardan başka, benim İdris Kardaşın bu muameleye tabi olmasına gösterdiğim tepkiyle de başlar.
Kendisi sonrasında grubun ona tekrar tanıdığı olanaklardan faydalanmak üzere AKP destekçiliğine geri dönmüş, bu da bu sefer benim ile İdris Kardaşın yol ayrımını oluşturmuştur.
En kabasından söylenmesi gereken şudur;
Grubun beyni, lideri pozisyonunda ileride tekrar değinilecek olan Süheyb Öğüt, kendisi ve yakın çevresiyle, bu tip bir organizasyonun altından kalkabilecek birikimden yoksundur.
Bu işi İdris Kardaş üstlenmiş, işini hakkıyla yapmış ve sonra da artık ihtiyaç kalmadı düşüncesiyle tasfiye edilmiştir, muhtemelen de organizasyonu bir blok olarak finanse edenlerden aldığı ücret, Süheyb-Hilal ikilisine kalsın diye…
Yani C.E.Çelik;
24-Küresel İlişkiler Derneği “uykusundan uyandırıldığında” az sonra detaylarına da değineceğimiz üzere “Koordinatör” sıfatı ile artık tüm kontrol Süheyb Öğüt’e geçmişti..
derken, tamamen
gerçeğin dışına savruluyor.
25-Süheyb Öğüt bu işin “kilit noktasıydı” ve bu sessiz darbenin ilk sinyalini 27 Haziran 2015’te HAVUZ MEDYASI’nın dergisi AKTÜEL’deki köşesinde vermişti...
dediği yazı ise bir hiçti.
Yazı temel olarak Davutoğlunu seçimlerden önceki propaganda konuşmalarında Başkanlık Sistemi vurgusunu hiç yapmadığına dair bir eleştiriydi.
Ve Süheyb, “Parlamenter sistemdeki bir seçime gidilirken Başkanlık Sistemine neden vurgu yapılsın, ne amaçla, ne işe yarar bu?” sorusuna ancak gevelemeyle cevap verebiliyordu ama bu yazı gerçekten de önemlidir, birkaç açıdan;
İlk önemi yayınlandıktan sonra siteden kaldırılmıştır.
ikincisi de Pelikan Bildirisinde anılmaktadır.
Kaldırılışı, kuvvetle muhtemel AKP içinde çatlak görüntüsü vermeyelim kaygısını,
Pelikan Bildirisinde geçmesi ise yazının üslubundan kolayca anlaşılacağı gibi Suheyb Öğüt tarafından yazıldığının net olarak anlaşılmasının amaçlandığını gösterir.
Yoksa yazının bildirinin kendisine de bir faydası yoktur ve içerikte eklektik durmaktadır.
Basit bir kibir göstergesi, bir kendini hatırlatma, bir imza.
O bildirideki değeri bu kadar.
25-Süheyb Öğüt bu işin “kilit noktasıydı” ve bu sessiz darbenin ilk sinyalini 27 Haziran 2015’te HAVUZ MEDYASI’nın dergisi AKTÜEL’deki köşesinde vermişti...
dediği yazı ise bir hiçti.
Yazı temel olarak Davutoğlunu seçimlerden önceki propaganda konuşmalarında Başkanlık Sistemi vurgusunu hiç yapmadığına dair bir eleştiriydi.
Ve Süheyb, “Parlamenter sistemdeki bir seçime gidilirken Başkanlık Sistemine neden vurgu yapılsın, ne amaçla, ne işe yarar bu?” sorusuna ancak gevelemeyle cevap verebiliyordu ama bu yazı gerçekten de önemlidir, birkaç açıdan;
İlk önemi yayınlandıktan sonra siteden kaldırılmıştır.
ikincisi de Pelikan Bildirisinde anılmaktadır.
Kaldırılışı, kuvvetle muhtemel AKP içinde çatlak görüntüsü vermeyelim kaygısını,
Pelikan Bildirisinde geçmesi ise yazının üslubundan kolayca anlaşılacağı gibi Suheyb Öğüt tarafından yazıldığının net olarak anlaşılmasının amaçlandığını gösterir.
Yoksa yazının bildirinin kendisine de bir faydası yoktur ve içerikte eklektik durmaktadır.
Basit bir kibir göstergesi, bir kendini hatırlatma, bir imza.
O bildirideki değeri bu kadar.
Ve büyük yeteneksiz, hukuksuz hukukçu, ekran çimadamı Selman Öğüt.
Bilgiler önemli diye buraya alıyorum ve özellikle de Medipol bağlantısı yüzünden.
Çünkü Yalıda olduğum zamanlarda sorduğum “Nereden geliyor bu değirmenin suyu?” soruma, tek kelimeyle “Medipol” olarak cevap verilmişti. Bu bakımdan Selman Öğüt önemli.
28-Selman Öğüt'ten devam edelim isterseniz...Selman Öğüt’e de bakalım biraz isterseniz… Kendisinin öğretim üyeliğini yaptığı Medipol Üniversitesi AKP’li Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın sahibi olduğu Medipol Hastaneler Grubu’na ait… 29-Selman Öğüt ayrıca Erdoğan Ailesi’nin TÜRGEV ile birlikte en önem verdikleri ve alternatif Türkçe Olimpiyatlarını düzenleyen, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden milyonlarca lira yardım alan,+++
30-+++ danışma kurulunda Bilal Erdoğan ile birlikte çok
sayıda üst düzey AKP’linin de olduğu TÜGVA’nın “Bölge Uzmanı”!
Floodun yazının bundan sonrasında değineceğimiz
sonu;
37-Ve işin ilginci bu yalının adresi ile KÜRESEL İLİŞKİLER DERNEĞİ'nin adresi aynı gözükmekteydi... İsterseniz bu isimlere de şöyle bir yakından bakalım
İlginç olan bir şey yok. Yapı aynı yapı. Ne uykuya yattı, ne uyandı, ne kalktı. O yalı kiralandı, orada çalışıldı.
İsmi değil ama vasfı dernekten şirkete, vakıftan AŞ’ye dönüşmüş müdür, dönüşmemiş midir bunların bir önemi yok.
Floodun bundan sonrasında anlatılanların hemen hepsi bilinen şeyler, maaşlar, görevlendirmeler, Berat Albayrak etisi ve katkısı vs…
Şuraya kadar;
55-Dünya üzerinde "Trollük yapmak için" sigortası yatırılan ekip kurulan ilk ülke de biziz herhalde...E tabii 80'ler dizisinin ünlü repliğinde olduğu gibi "SSK önemli" ... Devam ediyoruz efendim.
Bu aşamadaki şahitliğim, hem kendi sürecim, hem orada zamanında benimle çalışmış insanlar ve hem de hakikatin okuyucuya doğru geçmesi açısından önemli.
Öncelikle grup en başından beri Davutoğlu karşıtı olsa da bunu açık biçimde hiç ortaya koymadı. (bu konuya ileride tekrar değinilecek)
Şahsen şahit olduğum ufak tefek şeyler hep dedikodu ve kıskançlık üzerinden giden yakınmalar, eleştiriler seviyesindeydi ve yine
trollük ise, kurumun ben içinde olduğum süreci boyunca, kurumla ilişkilendirilmesi imkansız bir vasıf.
Yapılan açık ve net, önce yalan haberle mücadele ve sonra da o güne kadarki AKP politika ve hizmetlerinin öne çıkarılışı, listelenmesi, tanıtımının yapılmasıydı.
Kurumun hiçbir trollük ilişkisi yoktu. Benim şahit olduğum zaman zarfında öyle bir eyleme hiç kalkışılmadı ve hatta aksine, özellikle yalanlamalar konusunda fazlasıyla ince elenip sık dokunarak, kullanılan dile azami dikkat gösterilerek trolleşmeden olabildiğince uzak duruldu.
Afaki, ortaya kabul edilebilir bir kanıt koymayan resmi beyanatlar bir kanıt olarak asla kabul görmedi, her zaman dayanak olarak bağımsız kaynaklar arandı.
Bulunamadığı zamanlarda ise yalanlama yapılmadı.
AKP hizmetlerinin listelenmesinde de zaten bu gibi tevessüllere gerek duyulmuyordu. Elbet bazı kusurlar göz ardı edilmiştir ama asla yalan üretilmedi.
Bunu söylemeyi kendimden çok o zamanlar benimle çalışan ve benden bir süre sonra yollarını gruptan ayıran diğer dürüst arkadaşlarıma borçluyum.
Kısa tarif; Biz pelikan değildik.
Ancak grup yapısını o meşhur bildiriye 5 kala değiştirmeye başladı ve başta, adı floodda sıkça geçen “Soroscu” Can Paker’in sivil toplum konferansları verdiği, eğitim çalışmalarının düzenlendiği yapı, hızla başka bir şekle dönüştürüldü.
Yani C.E.Çelik’in bu aşağıda söyledikleri, organizasyonun kuruluşundan çok sonra, Pelikan Bildirisinin yayımının ardından oldu,
eğer olduysa…
Çünkü bence öyle bir plan da yoktu. Kervan aslında yolda oluştu.
56-Ekip önce sosyal medya üzerinden pek çok hesap açıyordu... Plana göre önce sosyal medyada ciddi bir etki sağlanacak, açılacak olan hesaplar AK TROLLER tarafından desteklenecekti... 57-Öyle de yapıldı... Pek çok yeni hesap kurularak, sosyal medya üzerinden müthiş bir propaganda ve dezenformasyon operasyonu başlatılmıştı...
Basitçe ifade etmek gerekirse; AKP’nin sosyal medya organizasyonu yoktu.
Konuyu anlattığım blog yazılarında buna değinmiş, farkettiğim açığı o zamanlar gençlik örgütünün başındaki Abdurrahim Boynukalın ile paylaştığımı anlatmış ve hazırladığım projeyi Beşir Atalaya sunduğumu, projenin beğenildiğini ama ardından hiçbir girişimde bulunulmadığından bahsetmiştim.
(proje şuydu;) http://firaterez.blogspot.com/2017/04/mig-medya-izleme-grubu.html
Bu açık AKP içindeki Erdoğana yakın gruplaşmış birilerince nihayet farkedildi ve Bosphorus Global de böyle oluştu.
Zaten benim gruba dahil olmam da konuyla ilgimi, Beşir Atalay sürecini twitterdan açıklamamdan sonra, Hilal Kaplandan aldığım davetten sonraydı ve şurada anlatmıştım;
http://firaterez.blogspot.com/2017/04/pelikan-1-kisisel-tanklk-baslangc.html
Ancak tamamen başka ihtiyaçlardan ve farklı amaçlarla kurulmuş bu grup, tarihin bir yerinde kullanışlı bir pozisyona geldi,
Davutoğlunun tasfiyesinin öne alınması gerekti, çünkü Sarraf ABD’de ortaya çıkmış,17-25 Aralık tapelerinin arka planını açıklayacaktı. Bunun engellenmesi, engellenemese bile ortaya çıkacak bilgi ve verilerin çarpıtılması gerekecekti.
Gruba Pelikan Bildirisi yazdırıldı ve bildirinin yol açtığı istifayla gelen hükümet değişikliğinden sonra da medyada, bürokraside ve partide, durdurulamayan bir çığ başladı; Trolleşme.
AKP bu süreç içinde giderek bir siyasal parti olma özelliğini kaybetti ve deyim yerindeyse Erdoğanın çiftliğine dönüştü. Ardından da ülkede, her provokasyon fırsatının tuğlasına dönüştüğü, Batı karşıtı bir duvar yükseltilmeye başlandı.
Davutoğlunun istifasından sonra 22 Mayıstaki toplanan yeni kongrede Bekir Bozdağ, Erdoğanın mektubunu okurken herkesi ayağa diktiğinde Pelikanın partiyi ele geçirme operasyonu tamamlanmıştı.
Yani yine sözün kısası; Pelikan Yalısı görülen lüzum üzerine trolleştirildi ve başarısından aldığı güç ile Erdoğandan aldığı destekle de bütün iktidar medyasını, giderek de neredeyse tüm AKP tabanını trolleştirdi.
Yalı bir doğal liderdi.
Sonraki organizasyonlarına, merkezde ne kadar durduğuna, çevreyi ne kadar organize ettiğine veya edemediğine dair bir kanıt veya şahitlik yok ya da yok denecek kadar az..
Mekanizma ne kadarı gönüllü ve taklit/tekrar üzerine kurulu, ne kadarı bilinçli bir örgütlenme, bunu bilmek zor.
Eldeki verilerle ancak tahminler ileri sürülebilir ki C.E.Çelik’in yaptığı da bu;
59-Bu iddiaların en önemlisi ODA TV tarafından gündeme taşındı...03.05.2017 tarihli İNCİ'NİN PELİKAN'DA NE İŞİ VAR? haberi ile İnci sözlük kurucusu Serkan İnci'nin Kuzguncuk'ta kiralanan yalıda çekilmiş fotoğrafı ilişkileri gayet net anlatıyordu...
37-Ve işin ilginci bu yalının adresi ile KÜRESEL İLİŞKİLER DERNEĞİ'nin adresi aynı gözükmekteydi... İsterseniz bu isimlere de şöyle bir yakından bakalım
İlginç olan bir şey yok. Yapı aynı yapı. Ne uykuya yattı, ne uyandı, ne kalktı. O yalı kiralandı, orada çalışıldı.
İsmi değil ama vasfı dernekten şirkete, vakıftan AŞ’ye dönüşmüş müdür, dönüşmemiş midir bunların bir önemi yok.
Floodun bundan sonrasında anlatılanların hemen hepsi bilinen şeyler, maaşlar, görevlendirmeler, Berat Albayrak etisi ve katkısı vs…
Şuraya kadar;
55-Dünya üzerinde "Trollük yapmak için" sigortası yatırılan ekip kurulan ilk ülke de biziz herhalde...E tabii 80'ler dizisinin ünlü repliğinde olduğu gibi "SSK önemli" ... Devam ediyoruz efendim.
Bu aşamadaki şahitliğim, hem kendi sürecim, hem orada zamanında benimle çalışmış insanlar ve hem de hakikatin okuyucuya doğru geçmesi açısından önemli.
Öncelikle grup en başından beri Davutoğlu karşıtı olsa da bunu açık biçimde hiç ortaya koymadı. (bu konuya ileride tekrar değinilecek)
Şahsen şahit olduğum ufak tefek şeyler hep dedikodu ve kıskançlık üzerinden giden yakınmalar, eleştiriler seviyesindeydi ve yine
trollük ise, kurumun ben içinde olduğum süreci boyunca, kurumla ilişkilendirilmesi imkansız bir vasıf.
Yapılan açık ve net, önce yalan haberle mücadele ve sonra da o güne kadarki AKP politika ve hizmetlerinin öne çıkarılışı, listelenmesi, tanıtımının yapılmasıydı.
Kurumun hiçbir trollük ilişkisi yoktu. Benim şahit olduğum zaman zarfında öyle bir eyleme hiç kalkışılmadı ve hatta aksine, özellikle yalanlamalar konusunda fazlasıyla ince elenip sık dokunarak, kullanılan dile azami dikkat gösterilerek trolleşmeden olabildiğince uzak duruldu.
Afaki, ortaya kabul edilebilir bir kanıt koymayan resmi beyanatlar bir kanıt olarak asla kabul görmedi, her zaman dayanak olarak bağımsız kaynaklar arandı.
Bulunamadığı zamanlarda ise yalanlama yapılmadı.
AKP hizmetlerinin listelenmesinde de zaten bu gibi tevessüllere gerek duyulmuyordu. Elbet bazı kusurlar göz ardı edilmiştir ama asla yalan üretilmedi.
Bunu söylemeyi kendimden çok o zamanlar benimle çalışan ve benden bir süre sonra yollarını gruptan ayıran diğer dürüst arkadaşlarıma borçluyum.
Kısa tarif; Biz pelikan değildik.
Ancak grup yapısını o meşhur bildiriye 5 kala değiştirmeye başladı ve başta, adı floodda sıkça geçen “Soroscu” Can Paker’in sivil toplum konferansları verdiği, eğitim çalışmalarının düzenlendiği yapı, hızla başka bir şekle dönüştürüldü.
Yani C.E.Çelik’in bu aşağıda söyledikleri, organizasyonun kuruluşundan çok sonra, Pelikan Bildirisinin yayımının ardından oldu,
eğer olduysa…
Çünkü bence öyle bir plan da yoktu. Kervan aslında yolda oluştu.
56-Ekip önce sosyal medya üzerinden pek çok hesap açıyordu... Plana göre önce sosyal medyada ciddi bir etki sağlanacak, açılacak olan hesaplar AK TROLLER tarafından desteklenecekti... 57-Öyle de yapıldı... Pek çok yeni hesap kurularak, sosyal medya üzerinden müthiş bir propaganda ve dezenformasyon operasyonu başlatılmıştı...
Basitçe ifade etmek gerekirse; AKP’nin sosyal medya organizasyonu yoktu.
Konuyu anlattığım blog yazılarında buna değinmiş, farkettiğim açığı o zamanlar gençlik örgütünün başındaki Abdurrahim Boynukalın ile paylaştığımı anlatmış ve hazırladığım projeyi Beşir Atalaya sunduğumu, projenin beğenildiğini ama ardından hiçbir girişimde bulunulmadığından bahsetmiştim.
(proje şuydu;) http://firaterez.blogspot.com/2017/04/mig-medya-izleme-grubu.html
Bu açık AKP içindeki Erdoğana yakın gruplaşmış birilerince nihayet farkedildi ve Bosphorus Global de böyle oluştu.
Zaten benim gruba dahil olmam da konuyla ilgimi, Beşir Atalay sürecini twitterdan açıklamamdan sonra, Hilal Kaplandan aldığım davetten sonraydı ve şurada anlatmıştım;
http://firaterez.blogspot.com/2017/04/pelikan-1-kisisel-tanklk-baslangc.html
Ancak tamamen başka ihtiyaçlardan ve farklı amaçlarla kurulmuş bu grup, tarihin bir yerinde kullanışlı bir pozisyona geldi,
Davutoğlunun tasfiyesinin öne alınması gerekti, çünkü Sarraf ABD’de ortaya çıkmış,17-25 Aralık tapelerinin arka planını açıklayacaktı. Bunun engellenmesi, engellenemese bile ortaya çıkacak bilgi ve verilerin çarpıtılması gerekecekti.
Gruba Pelikan Bildirisi yazdırıldı ve bildirinin yol açtığı istifayla gelen hükümet değişikliğinden sonra da medyada, bürokraside ve partide, durdurulamayan bir çığ başladı; Trolleşme.
AKP bu süreç içinde giderek bir siyasal parti olma özelliğini kaybetti ve deyim yerindeyse Erdoğanın çiftliğine dönüştü. Ardından da ülkede, her provokasyon fırsatının tuğlasına dönüştüğü, Batı karşıtı bir duvar yükseltilmeye başlandı.
Davutoğlunun istifasından sonra 22 Mayıstaki toplanan yeni kongrede Bekir Bozdağ, Erdoğanın mektubunu okurken herkesi ayağa diktiğinde Pelikanın partiyi ele geçirme operasyonu tamamlanmıştı.
Yani yine sözün kısası; Pelikan Yalısı görülen lüzum üzerine trolleştirildi ve başarısından aldığı güç ile Erdoğandan aldığı destekle de bütün iktidar medyasını, giderek de neredeyse tüm AKP tabanını trolleştirdi.
Yalı bir doğal liderdi.
Sonraki organizasyonlarına, merkezde ne kadar durduğuna, çevreyi ne kadar organize ettiğine veya edemediğine dair bir kanıt veya şahitlik yok ya da yok denecek kadar az..
Mekanizma ne kadarı gönüllü ve taklit/tekrar üzerine kurulu, ne kadarı bilinçli bir örgütlenme, bunu bilmek zor.
Eldeki verilerle ancak tahminler ileri sürülebilir ki C.E.Çelik’in yaptığı da bu;
59-Bu iddiaların en önemlisi ODA TV tarafından gündeme taşındı...03.05.2017 tarihli İNCİ'NİN PELİKAN'DA NE İŞİ VAR? haberi ile İnci sözlük kurucusu Serkan İnci'nin Kuzguncuk'ta kiralanan yalıda çekilmiş fotoğrafı ilişkileri gayet net anlatıyordu...
Hikayenin bir yerinde C.E.Çelik, uluslarası ilişkilerin öne çıktığı, İngiltere merkezli bir komplonun sinyallerini yaymaya dalıyor.
Hemen hemen şuradan sonra;
72-İşte “PELİKAN GRUBU”nun bu “KÜRESELE” evrilme sürecinde inisiyatif ise artık açıkça SOROS’un en yakın ismi olarak TESEV’i,AÇIK TOPLUM VAKFI’nı kuran Can Paker’e geçiyordu.
Sadece tahmin yürüteceğim;
Pelikanların bu ani İngiliz ilgisi, C.E.Çelik’in ima ettiği gibi bir uluslarası komplonun değil, Süheyb Öğüt örneğinde kişilik bulan ve İslamcılar arasında da oldukça yaygın İngiliz-Mason vs merkezli bir global üst akıl paranoyasının ürünü.
Yani aynı paranoyayı paylaşan iki taraftan, ilişkileri yorumlayan C.E.Çelik ile o ilişkileri güya kullanan Süheyb Öğüt/Pelikanlardan bahsediyoruz.
İkisi de aynı yanlışa farklı yönlerden yaklaşıyorlar.
Tabii Pelikanlar, acayip ve zırva organizasyonlar yapma cin akıllılıkları ile bir de bundan ayrıca para kazanıyorlar ki bu da oldukça iyi bir sebep.
Global ilişkiler-Global komplo yaklaşık olarak, İngiliz avam kamarasının müslüman üyelerinin ziyaretinin aktarıldığı şu tweetle bitiyor;
90-Son olarak BHOSPORUS GLOBAL’in davetlisi olarak İngiltere İşçi Partisine mensup milletvekilleri Yasmin Qureshi, Marie Rimmer, Tanmanjeet Singh Dhesi, Afzal Khan ve Imran Hussain Boğaziçi Küresel İlişkiler Merkezini ziyaret etti.
Pelikanların bu ani İngiliz ilgisi, C.E.Çelik’in ima ettiği gibi bir uluslarası komplonun değil, Süheyb Öğüt örneğinde kişilik bulan ve İslamcılar arasında da oldukça yaygın İngiliz-Mason vs merkezli bir global üst akıl paranoyasının ürünü.
Yani aynı paranoyayı paylaşan iki taraftan, ilişkileri yorumlayan C.E.Çelik ile o ilişkileri güya kullanan Süheyb Öğüt/Pelikanlardan bahsediyoruz.
İkisi de aynı yanlışa farklı yönlerden yaklaşıyorlar.
Tabii Pelikanlar, acayip ve zırva organizasyonlar yapma cin akıllılıkları ile bir de bundan ayrıca para kazanıyorlar ki bu da oldukça iyi bir sebep.
Global ilişkiler-Global komplo yaklaşık olarak, İngiliz avam kamarasının müslüman üyelerinin ziyaretinin aktarıldığı şu tweetle bitiyor;
90-Son olarak BHOSPORUS GLOBAL’in davetlisi olarak İngiltere İşçi Partisine mensup milletvekilleri Yasmin Qureshi, Marie Rimmer, Tanmanjeet Singh Dhesi, Afzal Khan ve Imran Hussain Boğaziçi Küresel İlişkiler Merkezini ziyaret etti.
C.E.Çelik
floodunun bundan sonrasında arada yine global komplosuna dalışlar yapsa da
özellikle pelikanların tekrarlanan İstanbul Yerel Seçimlerindeki etkilerini,
çevirdikleri dalevereleri hakkıyla anlatıyor.
Şimdi tam da bu noktadan, yani İstanbul seçimlerinden başlayarak C.E.Çelik’in muhtemelen Global Komlosundan kafasını kaldıramadığı için göremediklerinden bahsedelim;
Bu gün biliyoruz ki Pelikan örgütlenmesi, sessiz ve derinden, bilgilerine kolay kolay ulaşılamayacak, bir ucu Üsküdar Belediyesine kadar uzanan ticari bir ağ kurdu.
Bu ticari ağın bir ucu da belediyelerden kiralanan bilboardlara, bunların dağıtım ve satışına uzanıyor.
Seçim yenilenmeden ama ilk partide AKP’nin kaybettiği belliyken bir türlü kalkmayan ve AKP’yi kazanmış gösteren o bilboardları hatırladınız mı?
Yine C.E.Çelik’in hikayesinde hiç geçmeyen 2 kişiden bahsedelim.
Ekin Gün ve Ufuk Coşkun.
Bu oldukça çizgi altı 2 muharrir-yorumcu, Pelikan organizasyonu ateşlendiği günlerde birdenbire bir haber portalı sahibi oldular; Region Post.
Öz varlıkları ve yetenekleriyle bu türden bir siteye gayet uzak bu ikili, o günden sonra hemen hemen sadece Davutoğlunu hedef alan yayınlar yapmaya başladılar.
Henüz 1 Mayıs 2016’ya aylar varken başlattıkları bu kampanya pek etkili olmasa da belli bir kitleyi çevrelerine topladılar ve daha da önemlisi AKP tabanının aklına bir kıymık soktular;
"Reis yalnız mücadele ediyor ve Davutoğlu ona sürekli köstek oluyor"du.
İddiaları dallanıp budaklansa da temelde buydu ve sürekli bu fikrin etrafında, zaman zaman olanca delilsizlikleri ile alay konusu olmayı da göze alarak aylarca ısrarla dolaştılar.
Bu durum Pelikan Operasyonuna kadar sürdü ve sonra birden sitenin ismi Türkçeleşip Bölge Postası yapıldı, ardından da kapandı.
İkilinin işleri artık bitmişti ve onlar da standart yarı troll yazarlıklarına geri döndüler.
Pelikan fenomeni üzerine yazılacak daha çok şey var.
Bu yazı sadece, biraz fazla birikmiş çerçöpü ayıklayıp, durumu berraklaştırmaya, birkaç da yeni pencere açmayı hedefliyordu ve neredeyse bitti.
Ancak son söz;
Konu modelimiz C.E.Çelik’in floodundaki gibi kanıt fakiri global komplo teorileri, hem hevesli üreticilerin, hem de aklı bir karış havada tüketicinin ilgisini çekiyorlar ama aslında oldukça sakıncalılar.
Öncelikle, gerçeklerden çok üreticisinin hırsları üzerinden ilerliyorlar ve sonunda arkalarında içinden çıkılması güç bir veri çorbası bırakıp, hiçbir şey söylemeden sahayı terkediyorlar.
Hemen hiçbir şeye çare olmadıkları gibi yol da göstermiyor, aksine yolları kapatıyorlar.
Derin bir umutsuzluk, çözülemezlik hissi veriyorlar.
Kim dünyanın en zenginleri, en güçlüleri, gizli örgütleri, liderleri ve onların uzantılarından oluşan böylesine güçlü bir ağa karşı direnebilir ki?
Elbette hiçkimse.
Ne yapılabilir ki?
Elbette hiçbir şey.
İşte C.E.Çelik ve benzerlerinin yarattıkları atmosfer, belki karmakarışık bağlarıyla ilgi çekiyor, zeka ve emek örneği olarak görülüp alkışlanıyor, üreticisine esrarengiz pozlar takınma şansı tanıyor ama hiçbir derde derman olmuyor.
Gerçek ise gizleniyor, hem de burnumuzun dibinde.
Alışkanlıklarımızda, yanlış bildiklerimizde, ön yargılarımızda, bakış açılarımızda, kutuplaşmalarımızda...
Oldukça ulaşılabilir, ulaşıldıktan sonra da çareler oluşturulabilir o yer, bu bakımdan hem çok yakında, hem de çok uzakta.
Ona ulaşabilmek için gereken ilk adım en zoru, çünkü bizzat kendimizle mücadeleyi gerektiriyor.
Ancak o adım atıldıktan sonra gerisi kolay.
Çabuk ilerliyor ve muktedirlerin şatosunun taştan, tuğladan, betondan değil, kağıttan olduğunu görüyorsunuz.
Eh. Sonrasında da haliyle yapılması gereken beliriyor ki, galiba işte tam bundan kaçıyoruz. Aslında konforumuzu bozmaktan kaçıyoruz.
Kolay ve rahat olan komplo, dürtükleyip harekete geçiren ise gerçek.
Siz seçeceksiniz.
Şimdi tam da bu noktadan, yani İstanbul seçimlerinden başlayarak C.E.Çelik’in muhtemelen Global Komlosundan kafasını kaldıramadığı için göremediklerinden bahsedelim;
Bu gün biliyoruz ki Pelikan örgütlenmesi, sessiz ve derinden, bilgilerine kolay kolay ulaşılamayacak, bir ucu Üsküdar Belediyesine kadar uzanan ticari bir ağ kurdu.
Bu ticari ağın bir ucu da belediyelerden kiralanan bilboardlara, bunların dağıtım ve satışına uzanıyor.
Seçim yenilenmeden ama ilk partide AKP’nin kaybettiği belliyken bir türlü kalkmayan ve AKP’yi kazanmış gösteren o bilboardları hatırladınız mı?
Yine C.E.Çelik’in hikayesinde hiç geçmeyen 2 kişiden bahsedelim.
Ekin Gün ve Ufuk Coşkun.
Bu oldukça çizgi altı 2 muharrir-yorumcu, Pelikan organizasyonu ateşlendiği günlerde birdenbire bir haber portalı sahibi oldular; Region Post.
Öz varlıkları ve yetenekleriyle bu türden bir siteye gayet uzak bu ikili, o günden sonra hemen hemen sadece Davutoğlunu hedef alan yayınlar yapmaya başladılar.
Henüz 1 Mayıs 2016’ya aylar varken başlattıkları bu kampanya pek etkili olmasa da belli bir kitleyi çevrelerine topladılar ve daha da önemlisi AKP tabanının aklına bir kıymık soktular;
"Reis yalnız mücadele ediyor ve Davutoğlu ona sürekli köstek oluyor"du.
İddiaları dallanıp budaklansa da temelde buydu ve sürekli bu fikrin etrafında, zaman zaman olanca delilsizlikleri ile alay konusu olmayı da göze alarak aylarca ısrarla dolaştılar.
Bu durum Pelikan Operasyonuna kadar sürdü ve sonra birden sitenin ismi Türkçeleşip Bölge Postası yapıldı, ardından da kapandı.
İkilinin işleri artık bitmişti ve onlar da standart yarı troll yazarlıklarına geri döndüler.
Pelikan fenomeni üzerine yazılacak daha çok şey var.
Bu yazı sadece, biraz fazla birikmiş çerçöpü ayıklayıp, durumu berraklaştırmaya, birkaç da yeni pencere açmayı hedefliyordu ve neredeyse bitti.
Ancak son söz;
Konu modelimiz C.E.Çelik’in floodundaki gibi kanıt fakiri global komplo teorileri, hem hevesli üreticilerin, hem de aklı bir karış havada tüketicinin ilgisini çekiyorlar ama aslında oldukça sakıncalılar.
Öncelikle, gerçeklerden çok üreticisinin hırsları üzerinden ilerliyorlar ve sonunda arkalarında içinden çıkılması güç bir veri çorbası bırakıp, hiçbir şey söylemeden sahayı terkediyorlar.
Hemen hiçbir şeye çare olmadıkları gibi yol da göstermiyor, aksine yolları kapatıyorlar.
Derin bir umutsuzluk, çözülemezlik hissi veriyorlar.
Kim dünyanın en zenginleri, en güçlüleri, gizli örgütleri, liderleri ve onların uzantılarından oluşan böylesine güçlü bir ağa karşı direnebilir ki?
Elbette hiçkimse.
Ne yapılabilir ki?
Elbette hiçbir şey.
İşte C.E.Çelik ve benzerlerinin yarattıkları atmosfer, belki karmakarışık bağlarıyla ilgi çekiyor, zeka ve emek örneği olarak görülüp alkışlanıyor, üreticisine esrarengiz pozlar takınma şansı tanıyor ama hiçbir derde derman olmuyor.
Gerçek ise gizleniyor, hem de burnumuzun dibinde.
Alışkanlıklarımızda, yanlış bildiklerimizde, ön yargılarımızda, bakış açılarımızda, kutuplaşmalarımızda...
Oldukça ulaşılabilir, ulaşıldıktan sonra da çareler oluşturulabilir o yer, bu bakımdan hem çok yakında, hem de çok uzakta.
Ona ulaşabilmek için gereken ilk adım en zoru, çünkü bizzat kendimizle mücadeleyi gerektiriyor.
Ancak o adım atıldıktan sonra gerisi kolay.
Çabuk ilerliyor ve muktedirlerin şatosunun taştan, tuğladan, betondan değil, kağıttan olduğunu görüyorsunuz.
Eh. Sonrasında da haliyle yapılması gereken beliriyor ki, galiba işte tam bundan kaçıyoruz. Aslında konforumuzu bozmaktan kaçıyoruz.
Kolay ve rahat olan komplo, dürtükleyip harekete geçiren ise gerçek.
Siz seçeceksiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder