S-400'ler Ve Perde arkası.





Uzun menzilli hava savunma sistemleri konusunda teknik detaylarda boğulmadan, meselenin arka planına odaklanan bir yazı yazmak mümkün mü?

Eğer o teknik detaylar, bırakalım sıradan birini, bir uzmanın bile kesin yargılara varmasını imkansız kılacak kadar karmaşıksa ve asıl niyetiniz de o arka planı irdelemek ise bu sorunun cevabı kuşkusuz ki evet.

S-400 tartışmasının ortasında ve her kafadan bir ses çıkar, uzman olduğu iddiasındaki insanlar körlerin fili tarifine benzer bir pozisyonda, sadece aidiyet hissettikleri tarafın sözcülüğünü yaparlarken, ama ayrıca mesele gelip ülkenin bekasına da çatmışken kanımca bu sadece gerekli değil, ayrıca bir görev…

Öncelikle Rus S-400, ABD Patriot, Fransız-İtalyan SAMP-t ve Çin HQ sistemleri, ismini en çok duyduklarımız.
Türkiyenin uzun menzilli hava savunma sistemi ihtiyacının karşılanmasında bunların hepsinin adı geçti.
SAMP-t ve Patriotlar NATO’nun Türkiyenin savunması için halen topraklarımızdalar ve her iki markanın da alımı geçmişte konuşuldu. Çin HQ füzesi ise Türkiyenin açtığı bir ihalenin kazananıydı ama süreç ilerlemedi. S-400’ler ise malum; bütün tartışmanın ortasına yerleşmiş durumdalar.

Menziller, fiyatlar, etkiler… Bunlar karmakarışık numerik bilgiler halinde üzerimize boca edilirken doğru-doğruya yakın bir kanıya nasıl varacağız?

Belki şöyle;
Öncelikle tüm bunlar, bu bilgiler birer nüans değerinde ve her marka içerdiği teknik özellikler ile bir diğerinin önüne bir konuda geçerken, bir başkasında geri kalıyor.
Sadece batarya düzeyinde durum buyken, sistemlerin çalıştırılacakları ülkenin erken haber alma, orta ve kısa hava savunma, ayrıca da dost-düşman ayırma yetenekleri işi, bir seviye daha karmaşıklaştırıyor.
Ve en son, teknoloji paylaşımı gibi bir 3. Faktör de devreye giriyor ama yetmiyor çünkü işin bir de siyasi boyutu var.

Bu yazıda ilk kademe “Hepsi aynı” denilerek geçilecek çünkü asıl sorun son anlatılanda.
Bütün tartışma, analiz ve veriler onun gölgesinde ortalığa saçılıyor ve zaten yüksek düzeyde uzmanlık gerektiren sorun, asla  1., 2. ve 3. kademelerde sağlıklı tartışılamıyor.

1. Kademe; Teknik Özellikler/Yetenekler;
Hepsi üç aşağı beş yukarı aynı dedik ve bu kısmı geçtik.

2. Kademe; Diğer sistemlerle uyum;
Eğer meseleye hiç uzun menzilli hava savunma sistemi olmayan bir ülkede olduğunuz gerçeğini merkeze koyarak bakar da alternatif senaryonuzu ör; İrandan Ankaraya ateşlenmiş bir balistik füzeyi savuşturmak üzerinden şekillendirirseniz, 2. Kademenin sonucu 1. ile aynı; Aralarında pek bir fark yok.
Ancak her türden uçağın, İHA ve SİHA’nın gökyüzünü doldurduğu, helikopterlerin, füzelerin ve roketlerin uçuştuğu, çok uluslu bir çatışmada durum değişiyor.

NATO sistemi tam da bunu öncülleyen ve oldukça karmaşık bir yazılımlar, protokoller, cihazlar katmanıyla oluşturuluyor ve açık ki SAMP-t ile Patriot, buna uyabilecek 2 alternatif. Diğerleri için, Çin HQ’su ve Rus S-400’ü için ise bunu söylemek güç.
Kimi uzmanlar senkronizasyonu mümkün görürken kimileri de tam aksini savunuyor ve onlara NATO üyesi üreticiler ve diğer askeri yetkililer de katılıyor; “S-400’lerin NATO sistemine tam adaptasyonu mümkün değil.”
Bunu söyledikleri anda 2. bir şeyi daha söylemiş oluyorlar; “Eğer S-400 alır da kullanmaya kalkarsanız NATO’nun kombine savunma sistemine zarar verecek ve size yardıma gelen diğer ülke güçlerini de riske atmış olacaksınız.”

3. Kademe; Teknoloji paylaşımı;
Tam bir yılan hikayesi.

Türkiye orta menzilli hava savunma sistemleri yanında birçok başka silah türünde de yerli üretim peşinde ve uzun menzilli hava savunma sistemleri de bu kapsamdalar.
Resmi düzeye 2006’da başlayan çalışmalar, 2012’de Suriye krizine bağlantılı Türkiyenin NATO’dan savunma talebi ile yeni bir ivme kazandı. NATO bu talebi kabul ederek  Hollanda, ABD ve Almanyanın Patriotlarını gönderdi.
Sonrasında ABD’den füze alımı gündeme geldi ama Türkiyenin teknoloji paylaşım talebi kabul görmedi.
Bu durum iktidar medyasına çarpıtılmış haliyle; “ABD bize Hava Savunma Sistemi satmıyor” denerek servis edildi.
Aynen nöbeti bitip giden ülke gidişlerinin “NATO bizi terkediyor” üslubunda haberleştirilip, onların yerini alan başka NATO üyelerinden hiç bahsedilmemesi gibi…

Teknoloji paylaşımında en mantıklı ve olabilir görünen durum Çin ile yapılan anlaşmalarda gözlendi ama o da ihale aşamasından ileri gitmedi/götürülmedi.

Şimdi başta Erdoğan, tüm AKP yetkililerince Türkiyenin S-400 alımı inadına bir gerekçe olarak sunulan, ama çoğunlukla yalan olduğunun altını çizen çekiniklikteki ifadelerle ve üstünkörü geçiştirilen teknoloji paylaşımını, Ruslar da genellikle belirsiz, üstünkörü ama sonuçta reddeden ifadelerle karşılıyorlar.

Erdoğan konuya en son partisinin 3 gün önceki grup toplantısında değindi ve şöyle dedi;
"Türkiye S-400 savunma sistemlerini alacaktır demiyorum, almıştır. Biz bu işi bitirdik. (S-400) Uygun fiyatla olmanın yanında ortak üretime de geçebilme sözünü alarak sözleşmemizi imzaladık.”
https://www.aa.com.tr/tr/politika/cumhurbaskani-erdogan-turkiye-s-400u-almistir-bu-isi-bitirdik/1502549

Rus tarafının belirsizliği ise Türk tarafınınkinden de fazla. Konu bir sisin arkasında gizleniyor ve kesin ifadelere ulaşılamıyor.
Ancak kesine en yakın örneği buraya alıyorum;

Rus Başkan Yardımcısı
Kojin, ''Hazır füze sistemlerinin Türkiye'ye sevkiyatları konusunda uzlaşmaya varıldı, ancak S-400'lerin teknolojilerin paylaşılması söz konusu değildir'' 2 Ekim 2017
https://www.karar.com/guncel-haberler/turkiyenin-aldigi-s-400de-teknoloji-transferi-olmayacak-614861

Bu bölümün alıntılarını Kokpit Aero yazarı Hakan Kılıç’ın yazısından alınma ve Nisan 22 tarihli birkaç cümle ile sonlandıralım ve bu bölümü bitirelim;

“Yukarıdaki link ‘
tvzvezda.ru’ adresine ait ve S-400 ortak üretim ihtimaline ilişkin Rus yetkililerin beyanını içeriyor. S-400 alınması konuşulduğundan beri hiçbir Rus askeri yetkili (Muvazzaf ve konu hakkında yetkili olmak şartı ile), bakanlık yetkilisi veya üretici firma yetkilisi bizim medyaya yansıyan haberlere rağmen ortak üretim ve teknoloji transferi olacağını teyit etmedi. Aksine haberleri inkâr etti.”

Sonuçta Türkiyenin sürüyle yaptırımla tehdit edildiği böyle önemli bir konuda, S-400 anlaşmasının teknoloji transferini içerip içermediği konusunda neredeyse hiçbir güvenilir, net, açık referans yok, bulunamıyor… Bunun yerine birbiriyle çelişen açıklamalar, niyet beyanları ve belkiler var ama şimdi neden böyle olduğu konusuna, yani işin siyasi boyutuna gelmeliyiz.
Ancak teknik kısımda üzerinde durulması gereken bir detay daha var. Kısaca ona değindikten sonra;

Bilindiği gibi NATO ve İsrail, içinde Türkiyenin de bulunduğu bir konsorsiyumda birlikteler ve F-35 Lightning 5 nesil savaş uçaklarının üretimini gerçekleştiriyorlar.

Türkiye’nin S-400 alımı konusunda kararlılığı yükselince, belki de hiç hesapta olmayan bir durum oluştu ve artık Türkiye bu konsorsiyumun dışına atılmak üzere.

Bu herşeyden önce ülkeye dönük 12 milyar dolarlık bir üretim gelirinin (Bilindiği gibi Türkiye bir F-35 parça üreticisi) kesilmesi ve ödemesi yapılmış, teslim süresi belirenmiş 4 uçağın da verilmemesi anlamına geliyor.  ABD’de eğitim alan Türk pilotların eğitim süreci durduruldu bile ve iş şu anda, bir gün hava kuvvetlerimizin neredeyse vurucu gücünün tamamını oluşturan  F-16’ların yedek parçasızlıktan uçurulamayacağı CAATSA yaptırımlarına, kapsamlı ambargolara kadar ilerleyecekmiş gibi görünüyor.

Türkiye ABD’nin bu hamlesinden önce ABD’de giderek yükselen tepkiye F-35 ve S-400’ün aynı ülke silahlı kuvvetlerinde birlikte işleyip işleyemeyeceğinin araştırılacağı bir komisyon kurulması teklifiyle cevap vermeye çalıştı ama tabiri caizse kaale dahi alınmadı ve cevaplanmadı..

Peki bunun sebebi ne?
(Bu aşamada 4. Kademeye hızlıca geçiş yapabiliriz)

4. Kademe; Siyasi Boyut;

2 yönlü incelenebilir;
İlki önemli bir askeri sırrın, F-35’in tüm teknik özelliklerinin Rusyanın eline geçme olasılığı. Yani ABD, S-400 sistemine doğru kayan Türkiyeyi, tüm diğer siyasi tavır ve davranışlarını da hesaba katarak artık, bir potansiyel düşman olarak kabul ediyor ve hiç de haksız sayılmaz.

İkinci yön ise teknik ve F-35’in stealth teknolojisinin sızdırılmasıyla ilgili.
F-35’in hemen hemen tüm operasyon olasılıklarında savunma sistemi olarak rakip Ruslarınkiler var ve uçak bu sistemleri aşabiliyor. Ancak hiçbir stealth tam anlamıyla görünmez değildir. Uçaklar bıraktıkları birçok farklı düzeyde radar izi dışında izler de bırakıyorlar ve bu izlerin tamamını tümüyle yok etmek, silmek ve görünmez kılmak pek mümkün değil.

Eğer elinizde bir F-35 var ise ve eğer o sizing kendi uçağınız olduğundan yön, rota, hız bilgilerine anlık olarak haizseniz, o uçağı defalarca uçurur, görünmezlik özelliğinden illa ki sızdıracağı bilgileri bir gün gelir ayırd eder, bir paterne oturtur ve sonunda da bu bilgilerden yola çıkarak, S serisi Rus hava savunma sistemlerinin onu tanımlayıp vurmak için kilitlenmesini sağlayabilirsiniz.

Kuşkusuz ki ABD bu riske de girmek istemeyecektir.

Ancak görülüyor ki Türk tarafı ABD‘nin bu kaygılarını anlamak istemiyor ve işi sürekli bir oyalama siyesetiyle sürüncemede tutuyor.

AKP hükümeti bir taraftan ortak komisyon kurma gibi ciddiye alınması mümkün olmayan tekliflerle gelirken, diğer taraftan, özellikle de kendi medyasında, ağır bir anti-ABD propagandaya girişiyor.

Bir yandan Aydınlık-Vatan Partisi gibi Ergenekonculukla itham edilmiş kronik ABD düşmanı Avrasyacıların da desteğini alarak antiemperyalizm masalları servis ediyor.
15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili elinde hiçbir delil yokken ve sadece F. Gülenin orada yaşıyor oluşunu bahane ederek ABD’yi suçlayıp, tabanının ona karşı nefretini körüklüyor.
Kimisi Türk asıllı bazı ABD vatandaşlarını uydurma dellillerle tutuklayıp rehin alıyor ve sonra da yaptırımlarla karşılaşınca tüm söylediklerini unutup serbest bırakıyor.

Uluslararası ilişkilerde eşine az rastlanır bir provokasyon kampanyasına dönüşen ve siyasi davranış bozukluğu olarak tanımlanabilecek bir tarzda seyreden bu tavrın sebeplerine daha sonra geleceğiz ama işin bir de Suriye boyutu var.

PKK ile ağırlıklı olarak PKK provokasyonlarıyla çökmüş Barış Sürecini başlatan ve risk alan bir iktidar partisi olarak AKP’nin Suriye politikası da oldukça tutarsız.

Süreç sırasında IŞİD tarafından kuşatılmış Kobaniye her türlü destek TC hükümeti tarafından veriliyorken ABD’nin paraşütle PYD’ye silah ve cephane atması olayı hafızalarda hala taze.
Muhtemelen bu olay, ABD’nin PYD’ye açıktan yaptığı ilk yardımdı ve gelişerek de sürdü.

Barış Sürecinin bitip, Hendek Savaşının başlamasıyla da kesintiye uğramayan bu yardım sürecinin sonunda PKK Türkiyedeki savaşı kaybederken, Suriye sınırının öte yanında PYD ismiyle tanınan varlığını güçlendirdi ki bu, Türkiyedeki Barış Sürecini provoke etmesinin belki de zaten temel sebebiydi.
Sınır komşusu iki ülkenin birinde barış sürecini, diğerinde ise savaşı sürdüren bir örgütün Suriyedeki savaş için Türkiyeden eleman bulmasının, bulduğu elemanı da elinde tutmasının zorluğu açıktı.
Bu yüzden PKK Türkiyedeki barış sürecini sonlandırmak için elinden geleni, biraz da kontrolsüzce yaptı denebilir.

Sonuç Türkiye tarafında ağır bir yenilgi olsa da Suriye tarafındaki kazanımın, örgütün şimdiye kadar elde ettikleri içinde en önemlisi olduğunu rahatça söyleyebiliriz.

Örgüt artık Suriye sorununun, dolayısıyla da çözümünün  resmi paydaşlarından biri, neredeyse bir yarı devlet.

Türkiyenin Hendek Savaşını kazanması ve PKK’yı şehirlerinden temizlemesi sonrası yeni Barış Süreci konuşulur oldu ama elbette küçük harflerle, sessizce…

Bu arada Türkiye ağırlıklı olarak IŞİD’ı hedef alan Frat Kalkanı operasyonunu başlattı ve Suriye içlerine, El Bab’a doğru ilerlemeye başladı. Harekatın başında açılışı yapan topçunun hemen arkasından ilerlemeye başlayan tanklar ve piyadenin ilk hava desteği, İncirlik üssünden kalkan ABD ordusuna bağlı A-10 yer destek uçaklarıyla verildi.
Ki o A-10’lar çoktandır yine İncirlikten kalkıp, YPGlilerle birlikte savaşan ve kendileri için IŞİD hedeflerini işaretleyen ABD ordusu mensubu komandoların laser tuttuğu hedefleri bombalamaktaydılar.

Bu oldukça ilginç bir durumdu çünkü 24 Agustos 2016’da açık ABD desteği ile başlayan operasyondan bir ay kadar önce, 15 Temmuz darbe girişimi gerçekleşmişti  ve AKP medyasında ABD’ye açık bir karşıtlık giderek yükseliyordu.
Doğal olarak  Fırat Kalkanına ABD’nin yaptığı bu destek medyada pek fazla dile getirilmeden geçiştirildi.

Ve Suriyedeki durum, PYD’nin aldığı giderek artan ABD desteği ile birlikte yeni bir Barış Sürecini her 2 taraf için de makuliyete doğru götürecekken bu olmadı ve/veya olmaması için herşey yapıldı.
Türkiyedeki ABD karşıtlığı giderek körüklendi ve bunun yanında PKK’nın Türkiyeye karşı neredeyse hiç eylemine rastlanmazken (Durum o günden bu güne değişmedi, PKK Türkiyeye karşı halen eylemsiz) sürekli bir terör tehditi gündemi belirledi.

O günlerden bu yana belki de Türkiyenin, özellikle de PKK eylemleri açısından en sakin dönemini geçirdiği söylenebilir.
Bu o kadar böyle ki, sözü edilen süreçte, Hendek Savaşının hemen öncesine denk gelen Barış Sürecindeki kadar bile PKK eylemine rastlanmıyor.
Buna karşılık terör, bunca etkisizliğine rağmen hükümetin dilinden hiç düşmemekte ve her fırsatta da ABD ile ilişkilendirilmekte ki bu durum da halen sürüyor.
O kadar ki iş, “IŞİD’ı aslında ABD kurdu”ya kadar vardırıldı ve Reina saldırısında bile aranan ABD izleri tv programlarında bulundu, orada bulunan izler ise ertesi güne yazılan köşe yazılarıyla ve onlara eşlikçi yalan haberlerle onaylandı.

Buraya son olarak Rus etkinlik bölgesindeki ve PYD kontrolündeki Afrin’e yapılan Zeytindalı Harekatını eklemek gerekiyor.

PKK ile girilecek yeni bir Barış Sürecinin tüm olasılıklarını yıkarak ilerleyen AKP hükümetinin son hamlesi oldu.
TSK Türkiye için bir risk olduğunu ilan ettiği bölgeye girdi ve direnen YPG güçleriyle çatışarak ilerledi.  YPG başlangıçta kararlı bir direniş göstermiş olsa da TSK Afrine varmadan ABD’nin isteğiyle şehirden çekildi ve can kaybı toplamda 2000-2500 seviyelerinde kaldı.
Muhtemelen YPG çekilmese, o aşamaya kadar zırhlı birlikler desteğinde ilerleyen TSK yoğun sivil kayıplara yol açacak bir kent savaşıyla ve kırsalda verdiğinden çok daha şiddetli bir çatışmayla yüzleşmek zorunda kalacaktı.


Örnekler çoğaltılabilir.
Kesin olan, bir süredir AKP ve medyası eliyle bir ABD karşıtlığının yükseltildiği ve S-400 / F-35 tartışmasının da bu sürecin sonlarına, Türkiyenin Batıdan tamamen kopup, NATO’dan da çıkarılacağı aşamaya oldukça yaklaşmış olduğuna işaret ettiği.


Sözün özü, Türkiyenin ABD ile ilişkileri AKP hükümeti eliyle bilinçli olarak bozuluyor ve S-400 meselesi de bunun bir evresi.
Bu sürecin ayrıca, çok da net bir başlangıç tarihi var; 6 Mayıs 2016.

Peki bu ABD karşıtlığının sebebi ne ve başlangıç tarihinden nasıl bu kadar eminiz?

Bu yazı normal uzunluk sınırlarını çoktan aştı.
Sorunun cevabı için, belki bir bu kadar daha uzatılmak zorunda ama gerek yok çünkü önceden yazılmıştı, şurada;

Pelikan Bildirisi; Bir Sağ Darbe.

http://firaterez.blogspot.com/2018/07/bir-sag-darbe-pelikan-bildirisi.html










Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PELİKAN 1 / Kişisel tanıklık / Başlangıç

Açıklama, özür, niyet ve akibet.

Bir sağ Darbe; Pelikan Bildirisi.