Rakka'dan Referanduma...

Geçtiğimiz günlerde Suriye'de iki önemli gelişme gerçekleşti.

Bunlardan ilki ABD ve SDG'nin (Suriye Demokratik Güçleri / Çoğunluğunu YPG'ye bağlı Kürt milislerin oluşturduğu ve TC'nin PKK/PYD'nin uzantısı olmakla düşman kabul ettiği örgüt) Tabka Barajı bölgesine yaptığı hava indirmesiydi.

ABD'li kaynaklar, (olasılıkla Türkiye'nin kaygılarını gidermek ve harekatın meşruiyetini artırmak niyetiyle) yaptıkları açıklamada, harekatta yer alan SDG üyelerinin YPG'li Kürt milislerden değil, % 80 oranında Araplardan oluştuğunu söylediler.

http://www.hurriyet.com.tr/reuters-duyurdu-abd-havadan-asker-indirdi-40403585




İndirme harekatı Fırat Nehri üzerindeki stratejik Tabka Barajı ile yakınlardaki Tabka kenti arasındaki bölgeye gerçekleştirildi ve kent, IŞİD'ın hapisane kenti olarak tanımlanıp, harekatın birincil hedefi olarak açıklanıyor.

Ancak açık ki Tabka Barajı daha stratejik bir hedef ve 3 gün önce indirilen birliklerin ilk hedefi o oldu ve baraj 2 Apache saldırı helikopteriyle de desteklenen ABD/SDG birliklerinin kontrolüne geçti.

Haberi veren Reuters'in yorumuna göre bir diğer hedef de Suriye Ordu birlikleri ile Rakka cephesinin arasında bir tampon oluşturmak.
Zira indirme harekatının hemen sonrasında kontrol altına alınan birkaç küçük köy ile birlikte alan, Rakka, Deyrzor ve Halep yollarını birleştiren bir kavşak.

Bu da açık ki Rakka'nın, ABD/SDG eliyle alınmak istendiğini ve sonraki zamanlar için de, üzerinde düşünülmesi gereken bir olası Suriye projeksiyonunu sunuyor.

Önemli ancak bu yazıya ait olmayan, belki ileride incelenecek bir konu.

Diğer önemli gelişme ise Rus Ordu birliklerinin PYD elindeki Afrin Kantonuna asker göndermeleri.

Durum YPG tarafından;
"Ruslar burada üs kuracak ve bize askeri eğitim verecek" şeklinde dillendirilse de 
Rusya Savunma Bakanlığı'nın açıklamasında; 
"Afrin yakınlarında Kürt birlikler ile Özgür Suriye Ordusu'nun (ÖSO) karşı karşıya geldiği bölgede, Rusya'nın Suriye'deki Ateşkesi İzleme Merkezi'nin bir şubesinin açılacağı" söylendi.

http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-39326892


Rusların askeri harekatlarıyla ilgili net ve doğru bilgi vermeleri sık rastlanan bir şey değil.
Sözünü ettikleri "ateşkesi izleme merkezi"nde elbet askeri ve sivil uzmanlar olmak ve bunlar da ateş hattında olacaklarından korunmak zorundalar.

Soru; Bu 'koruma' için ne büyüklükte bir askeri güç gerekecek?
Bölgenin koşullarında gereken gücün küçük veya büyük tam donanımlı bir askeri üse dönüşeceğini tahmin etmek zor değil ki burada asıl mesele üssün cesamet ve donanımı değil.
Asıl mesele Afrin üzerinden PYD'nin Rusya tarafından da resmi muhatap alınması.
Durum haber ajanslarından yansırken, PYD arması takan Rus askerlerinin görüntüleriyle birlikte servis edildi ve Savunma Bakanı da bunun altını, şuradaki düşük cümle ile çizdi;

http://www.nerinaazad.net/tr/news/regions/turkey/ankaradan-ypg-armasi-takan-rus-askerleri-hakkinda-aciklama


Konuyla ilgili olarak okunması gereken önemli bir makale ise Amerika'nın Sesinde Dorian Jones imzasıyla ve "Rusya Türkiye'nin Suriye politikasına darbe mi vurdu?" başlığı ile yayınlandı.
http://www.amerikaninsesi.com/a/rusya-turkiye-nin-suriye-politikasina-darbe-mi-vurdu/3778252.html

Yakın zamana kadar hükümetin elinde bir propaganda silahı olarak ve tabiri caiz ise 'tepe tepe' kullanılan Fırat Kalkanı Operasyonunun sonuna gelindiği belli ve artık Türkiye'nin Suriye'deki varlığı sınırlarına dayandı.

Yakın zamana kadar ABD'nin uzay teknolojisi ve hava desteğinin altında Rakka'daki İŞID unsurlarına karşı icra edilecek kara harekatının olmazsa olmazlarından biri, TSK'nın zırhlı birlik ve topçu gücüydü.
Türkiye de bu avantajını kullanıyor ve kara harekatında ÖSO/TSK unsurlarının kullanılabileceğini söylüyor, ancak PYD'nin uzantısı olarak gördüğü SDG'nin harekattan uzak tutulması gerektiğinde ısrar ediyordu.

ABD cephesinden ise Pentagon koridorlarında ÖSO'dan "Erdoğan'ın unicorn'u" olarak bahsedildiği söylentisi sızıyor, yani ÖSO'nun etkisiz, askeri değeri Türk Hükümeti tarafından abartılan bir güç olarak görüldüğünün dedikoduları yapılıyordu ve elbette ABD her seferinde PYD ve DSG'den suriye harekatlarında vazgeçmeyecekleri partnerler olarak bahsediyordu.

Yakın zamanda zırhlı birlikler ve topçu sorunu da çözüldü.

ABD henüz bölgeye tank göndermese de topçu gönderdi ve SDG'ye de hatırı sayılır miktarda zırhlı savaş arabaları sağladı.

Zırhlı birlikler harekatı karmaşık ve zor bir harekat türüdür, iyi bir eğitim ve koordinasyon gerektirir. Rakka harekatının olası kara birliklerinden SDG'nin ise bu konuda bir yetkinliği bulunmuyordu ama sağlanan araçlar ve geçen-geçecek zaman bu konudaki sorunların giderilmesi için yeterli.

Sözün özü, artık Türkiye'nin Rakka harekatındaki önemi sadece IŞİD karşısındaki koalisyona Sunni alternatif moral değer katması ölçüsüne kadar küçüldü ve elbette referandum propagandasındaki Fırat Kalkanı/Suriye paydası da öyle.

Şimdi Erdoğan/AkParti propagandadaki asli unsur "Batı/AB düşmanlığı".

Yaklaşık her hafta AB'den bir muhatap bulunuyor ve bir kriz yaratılıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan her konuşmasında teamülleri aşan ithamlarla hedef ülkelere yükleniyor ve giderek Türkiye'nin AB üyesi olma yolundan uzağa itilmesine sebep oluyor.

Bir Tv kanalına verdiği son demecinde de 17 Nisan'ın yani Referandumdan bir gün sonrasının Türkiye-AB ilişkilerinde bir milat olacağını, ekonomik ve ticari ilişkiler sürdürülse de siyasi ilişkilerin gözden geçirileceğinden söz etti.

Son günlerde pek bahsedilmeyen Fırat Kalkanı Operasyonu ise yine AB ile ilgili bir konuyla gündeme geldi.

Suriyedeki TSK operasyonları sırasında hasar gören Alman yapımıLeopard tanklarının yedek parçalarının tedarikinde Almanya tarafından engel konulduğu ortaya çıktı.

Avrupa ile ilişkilerin, referandum sonucunu etkileyecek biçimde ve tam da bu niyetle AkParti Hükümetinin bazı üyeleriyle Cumhurbaşkanı tarafından bile isteye bozulduğu fikri giderek hakim olmaya başlarken,
Suriyede,
Fırat Kalkanının koalisyonla birlikte yürütülecek Rakka Operasyonuna doğru uzanmasıyla ulaşılabilecek bir takım avantajların yitimi de konuşulmuyor, gözden kaçırılıyor.

Bugün Türkiye hükümeti hariç herkes tarafından kabul gören bir görüş olarak PYD'nin Suriye'de devletleşme sürecine girdiği neredeyse kesin.

Eğer Rakka Operasyonunu da ABD ile birikte bitirirlerse, Suriyede hatırı sayılır bir bölgeyi hakimiyetleri altına alacak ve dolayısıyla başta geleceğin Suriye Devleti, herkese karşı önemli bir pazarlık kozu ele geçirmiş olacaklar.

Oysa ABD  SDG'ye bu kadar büyük askeri yardım yapmadan ve kendi topçusunu ile ekstra kara birliklerini sahaya sürmemişken durum çok daha farklıydı. ABD ısrarla Türkiyeyi Rakka Operasyonunda kendileri ve SDG ile birlikte hareket etmeye çağırıyordu ki bu önemli bir "barış" avantajıydı.

Türkiye kendi sınırları içinde yenilgiye uğratsa da Suriye tarafında sözününgeçmeyeceği PKK/PYD ile yeni bir barış sürecini başlatabilirdi.

PKK Türkiyenin eninde sonunda kabul etmek zorunda kalacağı Suriye PYD yönetimini desteklemesi karşılığında PKK'dan eylemsizlik açıklaması koparabilir ve uygulanmasını da sağlayabilirdi.

Ama bu yapılmadı.

Çünkü Erdoğan'ın gelecek planı belli ki, kimi "üst akıl" gibi uydurulmuş ve kimi de IŞİD ve PKK gibi artık neredeyse etkisizleştirilmiş düşmanları kullanarak tehdit algısını çoğaltmak üzerine kurulu.

Erdoğan besleyip büyüttüğü bu tehdit algısının karşısına "Güçlü Türkiye" alternatifini koyuyor ve şimdilik sadece kontrolün tamamen kendisine geçeceğini anlayabildiğimiz bir anayasa değişikliğini referandumdan geçirmeye çalışıyor.

Elbette anlaşılacaktır ki "barış"ın bu planlar içinde yeri yok. Aksine, yukarıda da anlatıldığı gibi fazladan düşman yaratılmaya çalışılıyor.

Eğer bu anayasa değişikliği halk tarafından onaylanıp yasalaşırsa, Türkiyenin direksiyonunun Batı'dan nereye çevrileceği, Suriye'de nasıl bir rol oynanacağı ve bitecek gibi görünmeyen OHAL uygulamalarının, PKK kovuşturmaları ve savaşının, daha bir çok benzeri sorunun geleceğine kuşkuyla bakmak gerekiyor. 
Zire Erdoğan'ın "Güçlü Türkiye"si hiç de demokratik, insan haklarına değer veren, huzurlu bir ülke olacak gibi görünmüyor. 

AkParti, daha 2 yıl önce, 2015'deki seçimlerde bildirgelerine koyduğu ilkelerin bugün artık çok uzağında ve gelecekte de yakınlaşacak gibi görünmüyor.

Görünmeyen sadece ilkeler de değil.
AkParti'nin başlangıcında Erdoğan ile yola birlikte çıkan, 15 yıllık süreçte önemli görevler üstlenen veya bunu Davutoğlu gibi sonradan katılarak yapan figürler de yoklar ortada.

Erdoğan ile onu ve yasasını savunanlar, muhalefetin yasayla gelecek olan "Tek Adam Rejimidir, kabul edilemez" fikrine şiddetle itiraz ediyorlar ama o tek adam'ı görmek için yakın tarihe bakmak yetiyor.




Not;

Bütün bu olan bitene dair ilk sinyaller bir yıl öncesinden beri çakıyorlardı ve 10 ay önce yazılmış şu yazıda da anlatılmışlardı;
Serbestiyet/ "AkParti'de ne değişiyor?" http://serbestiyet.com/yazarlar/firat-erez/ak-partide-ne-degisiyor-692563

PKK/PYD'nin Suriyedeki geleceği ve 2015 Temmuzunda, Barış Sürecinin bitimi olan son savaşın bununla bağlantısı da yine Serbestiyetteki şu iki yazıda işlenmişti;
"PKK kazandı mı?" http://serbestiyet.com/yazarlar/firat-erez/pkk-kazandi-mi-695684
"PKK yenildi mi?" http://serbestiyet.com/yazarlar/firat-erez/pkk-yenildi-mi-695106

Bütün bunlardan sonra belki akıllarda şu soru kalıyor; Neden böyle oldu? AkParti ve ülke bu çizgiye nasıl sürüklendi?

Bunun cevabı bir başka yazının konusu ama giriş niyetine yine Serbestiyetteki şu 3 yazım okunabilir;

"Duvar (I) Nefret" http://serbestiyet.com/yazarlar/firat-erez/duvar-nefret-757487

"Duvar (II) Sapma" http://serbestiyet.com/yazarlar/firat-erez/duvar-sapma-758564

"Duvar (III) Savrulma" http://serbestiyet.com/yazarlar/firat-erez/duvar-savrulma-760812





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PELİKAN 1 / Kişisel tanıklık / Başlangıç

S-400'ler Ve Perde arkası.

PELİKAN 2 / Kişisel tanıklık / Pelikanizm