Garip bir güruh (I)

Garip bir güruh.

Gazeteciler.

Köşe yazısı yazıyor, sosyal medya hesaplarından paylaşımlar yapıyor, Tv programlarından hiç eksik olmuyorlar.

Her koşulda Erdoğan'ın arkasındalar ama bazen iddia ve yorumlarıyla önüne de geçiyorlar.
Kimi zaman bazıları oldukça ileri giden ve neredeyse hiçbirinin kaynağını göstermedikleri iddialarında fazlasıyla cesurlar.

Ancak tutarlı değiller.

Dün söylediklerini yarın unutabiliyor, birbiriyle tutarsız iddialarda bulunmaktan çekinmiyorlar. Önceden öne sürdüklerini aksi çıktığında asla hatırlamıyorlar, geri dönüp düzeltme yapma, özür dileme gibi standart denebilecek bir davranış normuna uymuyorlar.

Sürekli bir iddia bombardımanı içindeler ama iddialarını ispat edebildiklerine rastlanmıyor ve fikri takip sonucu ulaşabildikleri bir yer de bulunmuyor.

Daha çok bir tür "kanaat besleyici/yaratıcı" durumundalar.

Bir senaryo etrafında toplanıyor, iddialarını fırlatıyor, birbirlerini destekliyor, çeşitlemeler yapıyor ve seçilmiş bir algının zemin taşlarını döşüyorlar.

Sanki zaman geçtikçe ve pompalanan algının topluma yayılmasıyla döşedikleri o taşların yerine oturacağını, bir "sıradan", bir "normal", bir "gerçek" haline geleceğini umuyor ve/veya o algının yarın nasılsa değişeceğini, eskinin yerini bir yeninin alacağını düşünerek aslında, döşedikleri o taşların düzeniyle de, geleceği ile de pek ilgilenmiyorlar.

Unutup yeni iddialara yürüyorlar.

Bu yazı bu güruhun,
yukarıda değinilen ve resmi titri gazeteci olan,
anlatılan davranış normlarına sahip bu kişilerin,
sadece kendi iradi seçimleri hareket edip etmediklerini,
hükümet içindeki bazı kaynaklarca beslenip beslenmediklerini,
birilerince yönlendirilip yönlendirilmediklerini, onlarla koordine hareket edip etmediklerini ve hepsinin birden, belli ama ilan edilmemiş bir hat üzerinde ilerleyip ilerlemediklerini sorgulamak için yazılıyor.

Sorgulanacağı söylenen bu olgunun kristalleşmesi, yakın geçmişte ve aralarında sadece 10 gün gibi kısa bir süre olan, birbirinden bağımsız 2 ayrı olayda gerçekleşti.

İlki Rus Büyükelçi Andrey Karlov'un 19 Aralık 2016 günü katıldığı bir resepsiyonda suikaste uğraması.
İkincisi ise 1 Ocak 2017 gününün ilk saatlerinde gerçekleşen Reina saldırısı.

İlkinde, yani Karlov suikastinde olan şuydu;

Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan, hemen hemen konuyla ilgili tüm tüm yetkililerin;
"Bu suikastin arkasında FETÖ'nün olduğu kesindir" minvalindeki açıklamalarından önce bu kanaat, zaten gecenin ilk saatlerinde gerçekleşen sosyal medya paylaşımlarında kesinleşmişti.
Resmi demeçler ardından geldi ve onların hemen arkasından da haberler, yorumlar, köşe yazıları, resmi hesaplardan paylaşımlar...

Resmi söylemlerde ayrıntılara girilmese ve suikastçinin FETÖ bağlantısının netliği dışında pek bir detay verilmese de medya onlarla doluydu.

Suikastçi Polis Memuru Mevlüt Mert Altıntaş'ın ailesinin Cemaat bağlantıları, okulundaki ilişkileri, bursları, görevi sırasında aldığı izinler ve benzeri birçok konuda ortaya kanıtlar konuldu. Bunları yapanlar da başta medyamızın önde gelen kanaat önderleri, köşe yazarları, kanaat önderleriydiler.

Bu kanıtların hepsinin uydurma olduğu ortaya çıktı ve hepsi yalanlandı.

Bugün suikastçı M.M.Altıntaş'ın, Gülen Cemaati/PDY/FETÖ, adına ne demek isterseniz deyin, o malum örgütle bağlantısını gösteren tek bir kanıta ulaşılabilmiş değil.

*Böbürleniyor gibi görünme riskini göze alıp, bu konuda kendimi bir istisna olarak ayırmalıyım. Toplum ve medyada yaygın bu algının karşına dikilmiş ve olaydan 2 gün sonra yayımlanan şu yazımda meseleyi tümüyle başka bir açıdan almıştım;
"Yalnız kurt saldırısı ve açık bayraklar / Serbestiyet"
http://serbestiyet.com/yazarlar/firat-erez/yalniz-kurt-saldirisi-ve-acik-bayraklar-747168

Profesyonel varlıkları yukarıda tanımlanmış o medya mensuplarının detaylandırdıkları, çok emin oldukları, kaynak belirtmeden döküp saçtıkları iddialarının da tümü yalandı.

Hiçbiri dönüp geçmişi sorgulamadı.

Hiçbiri zamanında köşelerinde, tv ekranlarında, medyada öne sürdüğü iddiaları hiçbir zaman ne düzeltti ve ne de pişmanlık belirtti.
Üstelik hiçkimse, belki sosyal medyada cevabını bloklanarak alan birkaç cılız ses haricinde kimse de üzerlerine gitmedi.
(Bunda neredeyse tüm muhalefetin kendi saçmalıkları, uydurma iddiaları, yanlış analizleri, hezeyanları, çoktan gerçeklerden uzaklaşmış hayali dünyasını satma arayışlarının etkisi tartışılmaz ama bu bir başka konu.)

Onlar henüz iddialarını (yalanlarını veya kendilerine servis edilmiş yalanları demek daha doğru) saçar, paylaşır, çeşitlendirir, çoğaltır, yorumlarla süslerken.
Ve henüz gerçek, özellikle de MM.Altıntaş'ın ablası ile Hürriyet gazetesinden Banu Şen'in röportajıyla http://www.hurriyet.com.tr/suikatcinin-ablasi-anlatti-biz-bu-sekilde-yetistirmedik-40317229 görünür olmaya başladığı sıralarda bir (ve diğer irili ufaklı başka birçok) olayın gölgesinde kalıp silikleşti.

Yılbaşı gecesi saatler geceyarısını biraz geçe bir intihar komandosu IŞİD militanı, ünlü gece kulübü Reina'ya saldırdı ve aynı döngü bu sefer bu olay üzerinden başladı.

Karlov Suikasti olayındaki gibi bu olaydaki yalanlar, tezviratlar, uydurmalar, kurgular ve
bunların kimler tarafından hangi mecralarda yapıldığına da değinilmeyecek, örneklenmeyecekler.

Sadece kısa bir hatırlatma yapalım; 

Bu olayda da FETÖ'nün dahli vardı, saldırı CIA tarafından desteklenmişti, saldırganın kaçışı onun ne kadar usta, iyi eğitimli bir özel katil olduğunu ve kesinlikle de dışardan destek aldığını gösteriyordu vs vs..

Bunların da tamamı yalan çıktı.

Olayın son anda Taksim Meydanını hedef alan bir eylemden vazgeçip IŞİD'daki koçu ile kavilleşerek Reina'ya dönen, doğrudürüst hiçbir eğitimi olmayan, elindeki bomba cinsini bile tanımayıp patlattığında öleceğini sanan, profili medyada iddia edilenlerin hiçbirine uymayan bir yarı-amatör tarafından gerçekleştirildiği anlaşıldı ve adam yakalandı. 

Ancak bu kez Karlov suikastine göre belirleyici bir fark vardı.

Olayla ilgili çok az şey bilinir ve saldırgan da serbest, aranıyor iken, bazı medya kuruluşları ancak emniyet benzeri odakların bildiği bir detay üzerinde yoğunlaşmaya, o detay üzerinden tezvirat üretmeye başladılar; Sadırgan flashbang denen bir silah türü kullanmıştı.

Non-Lethal (öldürücü olmayan) sınıfından bu silah, genellikle rehine kurtarma veya saldırganı öldürmeden teslim alma operasyonlarında polisin kullandığı, sersemletici bir bomba ve Reina saldırısı gibi kanlı bir eylemde işinin olmaması gerekiyordu fakat vardı.

Saldırgana Taksimdeki intihar eylemi için kullanacağı yelek geniş güvenlik önlemleri yüzünden ulaştırılamayınca yeni hedef olarak belirlenen Reina saldırısındaki silahı dipçiksiz ve seri numarası silinmiş AK-47'nin yanına bu bomba(lar?) nasıl eklenmişti, bilinmiyor.

Bilinen ve sonradan saldırganın ifadesinden anlaşılan bu bombalardan en az birisini, saldırı sırasında cephanesi bittikten sonra kendisini ve eğer mümkünse de kendisiyle birlikte birkaç kişiyi daha öldürmeyi tasarlayarak kullandığı.

Çok iyi eğitildiği söylenen saldırgan, bir el bombası ile flashbangı birbirinden ayıramıyordu.

Dolayısıyla bomba öldürücü etkiye sahip olmadığı için saldırgan sersemlemiş, elinden yaralanmış ve sonra da karmaşadan faydalanarak, planları arasında olmamasına rağmen kaçmıştı. 


Kaçmayı planlamadığı için de yardım almamış, aksine, oldukça zorlu, şanslı ve tesadüfi bir şekilde izini kaybettirmişti.

Medyada ise durum şuydu;

Saldırganın flashbang kullanmış olması, bu bombanın sadece ABD'nin Pennsylvania Eyaletindeki bir fabrikada üretiliyor ve yalnızca ABD SWAT timleri tarafından kullanılıyor oluşu, hem saldırıdaki FETÖ ve hem de ABD/CIA katkısını gösteriyordu.
Malum medya üyelerinin yorumlarında, satır aralarında, ya oldukça zorlama IŞİD/ABD ilişkilendirmelerine değiniliyor veya en azından silah temini ve kaçışta yine ABD/CIA bağlantısına göndermeler yapılıyordu.

Medyanın bu bilgiye nasıl ulaştığı bir yana iddiaların hiçbiri doğru değildi.

Flashbang türü bomba ABD'de birçok ve yine dünya genelinde birden fazla ülkede, örneğin İsrailde üretiliyor, hemen her ülkenin acil müdahale timlerinde kullanıldığı gibi Türkiyedeki güvenlik güçlerinde, hatta 90'lardan beri korucularda dahi bulunuyordu ve yorumcularımız katliamda FETÖ/CIA bağlantısını gösteren, neredeyse imza niteliğinde müthiş bir ipucu yakaldığında hemfikirdiler.

Bu ipucu üzerinden tezviratlarına yürüdüler, Reina saldırısını Karlov suikasti ile ilişkilendirdiler ve tabii giderek 15 Temmuz Darbesinin ABD destekli oluşuna kadar da ilerlediler.

Burada bir paratez açıp, ülkedeki neredeyse her görüşteki insanın ortak kabulü olarak 15 Temmuz/ABD ilişkisine (Bu satırların yazarı için ilişkisizliğine) değinmek gerek ama yazı çok uzayacak.

Ayrıca ilgilenecekler için, konuyla ilgili Serbestiyetteki yazıların linkinlerini ekleyerek bu bahsi geçelim;





  • Devam edecek...





    Yorumlar

    Bu blogdaki popüler yayınlar

    PELİKAN 1 / Kişisel tanıklık / Başlangıç

    S-400'ler Ve Perde arkası.

    PELİKAN 2 / Kişisel tanıklık / Pelikanizm