PELİKAN 3 / Kişisel tanıklık / Suriyeli Gazeteciler

Hayatın olağan akışı, "normal", "gerçek" çekici gelmiyor insanlara...

Her olay ve olguda bir gerçek üstü yan, kötünün kötüsü veya tam zıttını iyinin iyisini arıyorlar.

"Mutlak" peşinde koşuluyor çünkü durum hayati.

Görüntü net, yargılar ve onlara bağlı olarak verilecek kararlar kesin olmalı.

Düşman açık ve saf bir kötülükle donanmalı.
Tarafımızın ise sadece ufak tefek ve her zaman kabul edilebilir hataları var.

Böyle olmalı çünkü diğer biçimde yargı çok zorlaşıyor.

Acil karar verilmesi gereken "o an" kendini dayattığında, bilgi derleyip sürekli değerlendirme yapma fırsatı yok.

Gezi olaylarında sokağa çıkıp, herşey göze alınarak ve sonuna (tercihen olayların hükümeti düşürecek bir raddeye dek büyütülmesi) kadar direnilmeli mi? Direniliyorsa, direniliyorken yapılan doğru mu?

Cemaat bir seçilmişler, her zaman haklı ve doğrular, üstün ahlaklılar topluluğu mu?
Yoksa Cemaat tümüyle ikiyüzlü, çıkarının peşinde ve gizli amaçları doğrultusunda her türlü kötülüğü yapmış veya yapmadıysa da gelecekte mutlak yapacak bir iblisler güruhu mu?

PKK savaşlarında doğru taraf hangisi?
Hükümet bir soykırım yapıyor, amacı aşan bir şiddet uyguluyor mu? Kürtleri yok etmenin mi peşinde?
PKK halâ bir halk hareketi mi? Kürtlerin özürlüğü, hakları ve geleceği için mi savaşıyor?
Savaşta taraflardan biri veya öbürü mutlak ahlak sınırları içinde mi hareket ediyor, yoksa özellikle de biri hiçbir insani kuralı umursamadan mı savaşmakta?

Kemalistler seküler şeytanlar mı?
Onbinlerce yıllık insanlık mirası dinin veya bir diğer bakış açısıyla göklerden gelen emrin kadim düşmanları mı?
Ahlaken yozlaşmış bir toplum mu onlar ve onların dayattıkları bir tür "yeni ahlak" anlayışı mı?

İslamcılar (Müslümanlar) ilkel ve gerici mi? Yönetenin yönetileni mutlak hakimiyeti altında tutmasının bir denenmiş mekanizmasını mı satıyorlar?

Bu ve benzeri sorular karşıtlarıyla da birlikte sıralanıp, sonsuza kadar sorulabilirler...

Gerçek elbet bu sorulara verilecek cevaplardan oluşan uzun, geniş, derin ve alacakaranlıktaki bir bilgi/veri denizinde aranıp bulunmayı, derlenip düzenlenmeyi bekliyor ve tabii yine bu, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir ütopya.

Ama ütopyaya varılamasa da yaklaşılamaz mı?

Karar anı ile kararın haklılığına dair yeterince gerekçe biriktirmenin arasında bir denge tutturulamaz mı?
Birey her zaman bunun yapılması gerektiğinin farkındadır ama çabasını iki hatta bölerek sürdürür.
Bunlardan ilki gerçeği arayış diye tarif edilebilecek bir süreç, yukarıda anlatılan bilgi denizine bir dalıştır..

Diğer hat ise aynısını yapan başkaları.
Genellikle de kendisi gibi olan/kendisine benzeyen başkaları...

Onların da kendisi gibi bir gerçeği arama süreci yaşayarak karar verdiği bilgisi içinde seçimlerine bakar.
"O da benim gibi düşündü, araştırdı ve bakalım acaba ne karara vardı?
Benim sürecim bana az da olsa, karara varmak için yeterli olmasa da bunları, bu elimde olanları bıraktı.
Daha da aramam gerektiğini biliyorum ama vakit yok (vakit olsa bile istek yok).
Eğer o da benimle aynı noktaya geldiyse demek ki gerçek, bir çok hattan ilerleyerek hepimize aynı noktayı işaret ediyor ve kararımız da ortaksa? O zaman demek ki "biz" ve "kararımız" doğruyuz, öyleyse haydi eyleme...!"

Bu noktadan sonra artık geri dönüşün ilerlendikçe zorlaşacağı bir yola girilmiştir.

Hem eylem içinde teori tartmak zor hem eylemin kendi dar ve yoğun bir özgün veri akışı var, dışına çıkıp uzaktan bakmak zor. Eyleme devam...

Ve eylem bitti.
Zafer, yenilgi veya ikisinin arasında bir durumda duruldu.
Artık herşeyi bir daha değerlendirmek için zaman var ama bagajlar da var.
Eylemlilik içinde eylenenler, yaşananlar, anılar, kurulmuş-bozulmuş ilişkiler, kayıplar-kazançlar var ve onlar zihinde, kendi gerçeklikleriyle fazlasıyla ağırlar...

İnsan böyle yanılır.

Oldukça sıkıcı ve uzun bir giriş oldu, farkındayım ama bir giriş değil bu.
Son tahlilde varılacak noktaya atılan bir köprü, ileride anlaşılacak.

Şimdi biraz daha beklenene, meraklı gözlerle beklenilen o "acaba daha neler duyacağız?" yerine dönelim ve önceden söyleyelim;
Duyamayacaksınız.

Burada itiraflar, büyük sırlar, gizli kapaklı organizasyonlar, çıkar kavgaları, entrikalar, duyumlar, iftiralar yok.
Veya işte en fazla bu kadarıyla (bu halâ anlatısı bitmemiş ve doğal olarak da henüz tam anlaşılamamış halleriyle) varlar.
Çünkü hayatta böyle şeyler yok.
O beklenenler romanlarda, filmlerde olur ve gerçek hayat aslında bunların hepsinden çok daha zeki, yaratıcı, bilgi/veri dolu olsa da fazlasıyla uzun ve karışıktır. Emek ister.

O yüzden de yeterince ilginç değildir ve hiçbir zaman da olmayacaktır.

Dünya, ellerinde olağan üzeri para, güç ve bilgi olan bir takım gizli organizasyonlar tarafından yönetilmez.
Anlaşılması zor, birçok farklı katmandaki birçok farklı unsurun,
devletlerden kişilere, istihbarat örgütlerinden sivil toplum örgütlerine, dini ve kültürel merkezlerden mafyaya, terör örgütlerinden mahkemelere, uluslardan ailelere, sonsuz ve bazen hiç ilişkisiz ikiliklerin çapraz/çoklu grift etkileşimlerinin bir sonucudur.

Mossad süper yetenekli bir istihbarat örgütü değildir.
IŞİD bir canavarlar güruhu değildir.
CIA herşeyi bilmez.
ABD dünyanın hakimi değildir.
Bütün Ruslar her zaman sarhoş değildir.

Aynı şekilde Pelikan Yalısı da sanıldığı gibi bir yer değil.

Orada AkParti kitlesini belli bir yöne doğru akıtacak, eğilimlerini belirleyecek, aşırı detaylı ve müthiş istihbarat verisinin kullanıldığı gizli planlar yapılmıyor.
(Ama bir şeyler yapılıyor ve bunları bilmek herkesin hakkı ki asıl mesele de bu.)

Orada çalışan insanlar, bize para veriliyor ve o zaman her türlü kötülük mübahtır deyip, geceleri yalının arkasındaki mağarada bütün butlar ısırıp, ağızlarının kenarından akan şaraplarla kahkahalar attıkları şölenler düzenlemiyorlar.

Orası ve oranın düzeni, ilişkiler ağı, çalışma sistemi, yetenekleri, sorumlulukları ve varsa eğer suçları, günahları, yalanları, bağlantıları anlatılıyor çünkü oradan yola çıkarak/örnekleyerek anlatılmak istenen orayı çok aşıyor.
İlerde bu bloğu okuma ilgisini kaybetmemiş okuyucu, sırası geldikçe hepsini görecek (umarım).

Şimdi.
Asıl hedef bir yana, bütün bunlar neden yazıldı?
Önce;
Yukarıda da söylendiği gibi "Son tahlilde varılacak noktaya atılan bir köprü" olsunlar diye.
Ve sonra, "Yalı"nın yapıldığı kumaşa dair bir anlatıya zemin oluşturmak ve ona basarak sıçranacak yeri işaretlemek için.

Şimdi gelelim o "anlatı"ya.

Yalının kapısından içeri adım attığımda önceden tanıdığımı anlattığım o üç kişiden başka, önceden teşrik-i mesaide bulunduğum biri daha var.
İsmi Umut ama okuyucu onu arada bir kapayıp açtığı, başka isimlerle de başka hesaplar açıp paylaşımlar yaptığı Twitter isminden tanır; Efadil Fırat ismini kullanıyor, hesabı @OurMiddleEast.
Yalıya alınmış kamera onun sorumluluğunda ve bir Kürt olması hasebiyle de bir anlamda, yalının Kürt meselesi/Bölge uzmanı/muhabiri.
Belgesel çekiyor vs..

Önceki tanışıklığımıza dair açıklamayı geçiyorum, gereksiz ve önemsiz bir detay.

Bilindiği gibi yalının yöneticisi konumundaki İdris Kardaş da Kürt kökenli ve nedense aralarında anlamlandıramadığım, çok da ilgilenmediğim bir gerilim var.
Bu arada İdris Kardaş yalının yani Bosphorus Global'in, sosyal medya, web siteleri, film, video ve grafikler dışındaki diğer bir işlevi; "Organizasyonlar düzenlemek" konusundaki tek uzmanı.

Bilgili, donanımlı, akıllı, çalışkan ve kesinlikle vicdanlı bir sivil toplumcu.

Umut ise biraz git gel-akıllı, söz ve tavırları sıklıkla uyumsuzluğa düşen, duruşu savrulan biri.
Bir an geliyor sıkı bir AkParti-Erdoğan destekçisi, bir an geliyor tümüyle karşısında.





İkisinin arasındaki gerilim, çok fazla takip etmediğim ve etmiş olduğum kadarını da burada anlatmk için gereksiz bulduğum bir süreçte yükseliyor ve bir tür "ya ben ya o" noktasına evriliyor.

Elbette bunu söyleyen İ.Kardaş ve tercih de belli, her bakımdan...
Ancak nedense öyle olmuyor.
Kaotik, Hilal Kaplan'ın pek az katıldığını gördüğüm ve neredeyse tümüyle Süheyb Öğüt eline kalan ihale, kendisi tarafından, savruk, adaletsiz, iktidarsız, sorumsuz bir biçimde idare ediliyor ve giden, yalı'dan ayrılan İdris Kardaş oluyor.

Bu olay benim için bir kırılma noktası.
İki kişi arasında daha çok hatalı olan, yapı için gerekli olan, düzgün ve tutarlı olan aynı kişi; İdris Kardaş.
O zaman giden ve "geri çağırılır, anlaşılır, düzelir"diye beklememe rağmen çağırılmayan niye İdris Kardaş?
Tepki gösteriyor ve Süheyb ile konuşmaya çalışıyorum hatta "o zaman ben de giderim" noktasına kadar ilerliyorum ama Süheybin gerektiği zamanlarda ortadan kaybolmak, ulaşılamamak, gürültüye getirmek gibi yetenekleriyle karşılaşıp, işimin gücümün arasında arafta kalıyorum.

Aynı günlerde, yani İdris'in Yalı'dan bu hengame içinde ayrıldığı zamanlarla kesişen bir başka süreç daha başlıyor, bir organizasyon süreci; Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriyeli gazetecilerle görüşecek (miş).
Benden bunun için birkaç grafik çalışma yapmam isteniyor, haberim de öyle oluyor...
Artık İdris yok. Dolayısıyla da organizasyonda bir dahli yok.
Gerekli hazırlıklar yapılıyor ve toplantı günü geliyor.

22 Ocak 2016.

"Suriyeli Gazeteciler" önce yalıda toplanıyor, kendilerine kahvaltı ikram ediliyor ve sonra hep birlikte başlarında Hilal Kaplan, Mabeyn Köşküne yol alıyorlar...
Sorun yok.
Süheyb gitmiyor, o yalıda kalıyor ve birkaç saat sonra, aşağıda yemekhane katında sohbete oturuyoruz.
Şöyle bir konu geçiyor;
"Cumhurbaşkanının danışmanlarından tepki gösterenler, 'Bu da nereden çıktı?' diye soranlar, ekibe kızanlar olmuş. Neden? Çünkü Erdoğan'ın etrafını bir sürü gereksiz insanla doldurdular. O beceriksizler hiçbir şey yapamıyorlar. Reis etrafına doldurulmuş bir dolu çöp içinde iş görmeye çalışıyor"
Yaklaşık bu sözlerle giden ve bu minvalde bir konuşma...

Olayın Cumhurbaşkanlığı tarafından arşivlenip yayınlanan hali şurada;
http://www.tccb.gov.tr/haberler/410/38601/cumhurbaskani-erdogan-suriyeli-gazeteciler-heyetini-kabul-etti.html 

Masama dönüyorum ve sosyal medyaya baktığımda, özellikle de Nusra türü oluşumlara yakın ve Suriye meselesi ile ilgili/bilgili hesapların, bir kısmını da tanıdığım, güvendiğim bazı insanların tepki gösterdiklerini görüyorum.
Temel sorular şunlar; "Kim bunlar? Bunları Suriyeli Gazeteci olarak kim belirledi? Nereden çıktılar ve niye bunlar? Ne yapılmak isteniyor"


Sorularında haklılarsa tepkilerinde de haklılar.

Suriye meselesinde Türkiye kilit ülke ve herkes başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Türkiyenin gözünün içine bakıyor ve soruyor; "Türkiye ne yapacak?"

O günlerde Türkiye'nin dış politikadaki "büyük çark"ının (Bu konu ileride detaylı incelenecek ama şimdiden belirtmek gerek, hikayenin ortasında o var, o "Büyük Çark"...) henüz başındayız.
Rusya ile durum halâ belirsiz. Durum ortada ve ülkenin tüm hamleleri önemli ve elbette büyük merak konusu...

Organizasyondan isimler, fotoğraflar yansıyor;

Toplantıya "Suriyeli gazeteci" olarak katılanları araştırmaya başlıyorum ve özellikle de gruba tepki gösteren arkadaşlardan yardım alıyorum.
Ortaya çıkan sonuç ilginç.
Grubun içinde bilinen birkaç Suriyeli gazeteci var ama çoğunluğun gazetecilikle ilgisi yok.
Meseleye az çok vakıf olan birinin, bir "Suriyeli gazeteciler" listesi yaptığında aklına bile gelmeyecek isimler.
Çoğunluğu Gaziantep'i merkez olarak kullanan, bölgedeki savaştan kaçmış Suriyelilerin kurduğu bir ajansın sorumluları, gazetecilikle ilgisi olmayan elemanları...










Yukarıdaki capsler meseleyi (Birkaç arkadaştan yardım da alarak) araştırdığım ve liste haline getirip Süheyb Öğüt'e gönderdiğim dökümandan.

Soru şu; Ne yapıyorsunuz?

Mailime "Konuşuruz reis" cevabı veriliyor ve Süheybin nihayet yalıya gelebildiği bir akşamüzeri konuşabiliyoruz ama o konuşmaya girmeden önce durumu anlatmak gerek;

Olay, Türkiyenin gözünün içine bakan tüm Arap Camiasında bir küçük deprem yaratıyor.

Bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriyeli gazeteciler ile yaptığı ilk (bildiğim kadarıyla da tek) toplantı ve herkes için çok önemli ama bu adamlar kim? 
Erdoğan niye bu hiçkimsenin tanımadığı insanları alıp Suriyeli gazeteci diye görüşüyor? 
Türkiye ne yapmaya çalışıyor? Niyet ne?
Suriye politikasında bir değişikliğe mi gidiliyor?

Heryerde bu ve benzeri sorular patlıyor ama cevapları yok ve ithamlar da var;


Durumu raporlayıp mail atmam sonrası nihayet yapabildiğimiz konuşmaya dönelim.

"Ne diyorsun?" diyorum ve olan şu;
 Süheyb Öğüt neredeyse 25 dk süren upuzun bir konuşma yaparak durumu güya açıklıyor.
Açıklamasından aklımda kalan, bırakalım argümanı tek bir kelime bile yok, çünkü söylediklerinin hiç bir anlamı yok.
Bitimsiz, noktasız, birbirine bağlana bağlana sonsuza uzayan anlamsız cümleler.. 
Ne bir bilgi, ne bir önerme, ne tahlil, ne açıklama, ne bir savunma..
Hiçbir şey yok. 
Şaşırıyorum. 

Yapılacak 2 şey var;

1-"Ne diyorsun? Ne saçmalıyorsun ...?" deyip tepki vermek.
2-"Peki, anlaşıldı" deyip çekilmek.

İkincisini yapıyorum.
Anlaşılıyor ki bu, tahmin ettiğim türden, Süheybin kontrolü dışında gerçekleşen bir rezalet değil ve üstünün örtülmesi gerekiyor.
O aşamada yeni bir durum değerlendirmesinden ve bekleyip görmekten başka yapılabilecek bir şey yok ama zaten artık buna zaman/olanak olmayacak.

Hilal'in "arkadan iş çevirmek" minvalli sözleri kulağıma geliyor ve son iyice yaklaşıyor, birkaç gün ötede...

Tekrar "Suriyeli gazeteciler toplantısı" ve yansımalarına dönelim;

Skandal (en azından) veya olay, üzerinde fazla konuşulmadan sönümleniyor.
Sağda solda çıkan güdük içerikli birkaç haber, sığ açıklamalar, rozetlerin alınıp verildiği birkaç fotoğrafla geçiştiriliyor ve herşey, toplantının gerçekleştiği 22 Ocak 2016'dan birkaç gün sonra unutuluyor ama yaklaşık bir ay sonra tekrar gündeme geliyor.

17 Şubat'ta Erdoğanla birlikte verdiği pozlar ve toplantıda çektiği selfielerdeki laubali tavırlarıyla dikkat çeken Rami Jarrah, Gaziantepte pasaport işleri için gittiği bir polis karakolundan 'alınıyor'.

Alınıyor tırnak içinde çünkü bir insanı kimin bir karakoldan alıp götürebileceğine dair yorum içeren haberlerde MİT hiç geçmiyor. Bir "misafirhane" kelimesiyle ile ima ediliyor sadece...

http://www.sozcu.com.tr/2016/gundem/suriyeli-gazeteci-rami-jarrah-gozaltinda-kayboldu-1098848/

Avukatı Rami Jarrah'dan haber alınamadığını açıklıyor.
Sosyal Medyada #FreeRami tagları açılıyor ve serbest bırakılması çağrıları yapılıyor.


Kampanyaya Hilal Kaplan da katılıp CPJ destekli küçücük sitemlerini bildiriyor; 
"Sizi gidi iş bilmezler sizi..."





Olay fazla uzun sürmüyor ve Rami Jarrah 20 Şubatta serbest bırakılıyor.

http://www.karar.com/gundem-haberleri/suriyeli-gazeteci-rami-jarrah-serbest-birakildi-74776

Bu başarılı organizasyondan da elimizde şu kare kalıyor;











Yorumlar

  1. Fazlasıyla eksik, ben söyleyeyim sen anla minvalinde manipülasyona ve yanlış manalara açık bir yazı olmuş. Açıkçası bu tutumunuz,içeriğe ve eğer samimiyseniz niyetinize ciddi bir zarar verecektir.

    Bu yazının büyük kısmını oluşturan giriş bölümü ise içler acısı çünkü bunu yazarken önceki yazılarınızda size yöneltilen ithamlara karşı yaptığınızı seziyorum.

    Kovulduktan sonra itirafçılık yapıyor diyerek ciddiyetsizleştirilmesinden rahatsızım. Ve yazınızda şayet doğru anladıysam bu minvalde hiç bir şeyin mutlak olamayacağına karşı bir vurguda bulunuyorsunuz.
    Haklısınız.
    Kim olduğunuzun ve neden yazdığınızın önemi 2. planda olmalı.
    Anlattıklarınızın ciddiye alınması ve sahip çıkılması gerektiğini düşünenlerdenim.

    Yine de her şeye rağmen fazla muğlak anlatımlarınız var.
    Bilmiyorum belki de çeşitli çekincelerinizden ötürü bir otosansür durumu vuku bulmuş da olabilir.
    Ancak bu şekilde istenilen noktaya gelinemez.

    Bir algı, manipülasyon, komplo ve çeteleşme sonucu tetikçilik söz konusu.
    Ayrıca bu tetikçilik ziyadesiyle etkili ama ayağa düşmüş durumda.
    Ben anlattıklarınızın ön görülenden daha fazla ciddi meseleler olduğu kanaatindeyim.
    O yüzden niyetinizi daha net bir şekilde ortaya koymanız gerek.

    Birilerinin elinde olan ve yine birilerinden bağımsız bir telkin ve siyaset yönelimi/manipülasyonu yapılıyor gözüküyor.

    Ve ben pelikan dosyası ve hoca/reis ilişkisinden çok daha önemli uzun vadeli bir tehlikenin söz konusu olabileceği endişesindeyim.
    Bu tip bir kadrolaşma düşünüldüğü kadar etkili ve yön verebilen bir kadroysa yazılıp çizilenler de söylenenler de daha keskin ve etkili olmalıdır.
    Sonuçta medya yoluyla ülke siyasetinin belirlenmesi demek güvendiğimiz(!) bütün kavramların alt üst olması ve tekrardan gözden geçirilmesi anlamına geliyor.

    İyi niyetli olduğunuza inanmak istiyorum.
    Bu isteğimin gerçek olması dileğiyle...
    Yine de elinize sağlıkç Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Bağlanmaktan çekindiğiniz daha çok yazının olduğuna inanıyorum.
    Başarılarınız hakikatten yana olması temennisiyle

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

PELİKAN 1 / Kişisel tanıklık / Başlangıç

Açıklama, özür, niyet ve akibet.

Bir sağ Darbe; Pelikan Bildirisi.