PELİKAN 7 / Bir siyasi yöntem olarak "komplo"
17-25 Aralık kuşkusuz ki bir komploydu ve hazırlanışından duyurulmasına, kanıt olarak ileri sürülen verilerin toplanmasından birleştirilmesine, yayımından yorumlanmasına kadar kuşkuya yer bırakmayacak kadar netti bu olgu...
Bir komplo olarak düzenlenmesi zaman içinde içeriğinin önüne geçip bulanık kılsa da işlevsiz kılmadı.
Başta CHP ve komployu hazırlayan zihniyete köken karşıtlığına rağmen HDP ile, bugün artık hükümetin bir dayanağı olarak davranan Bahçeli liderliğindeki MHP de dahil muhalefet, tümüyle bu komploya sarıldı.
Olgunun komplo olma özelliğini tümüyle gözardı ederek içeriğe, yine elde ediliş ve biraraya getirilişiyle sunuluşuna boş vererek yüklendiler.
Komplo yolsuzluk içerikli olmasına rağmen yolsuzluğu değil, gelecek seçimlerde yolsuzluğu yaptığı iddia edilen AkPartinin oy kaybını, iktidardan indirilmesini hedefliyordu ve muhalefet de bu hedefe, komployu hazırlayanlarla birlikte görünme durumuna aldırmadan yürüdü.
O günlerde sıkca dile getirildiği gibi belki yolsuzluk sandıkta aklanmadı ama komplo sandıkta yenildi.
Halk dikkatini, içeriği oluşturan yolsuzluk iddialarından çok olayın komplo olma özelliğine yönlendirdi ve öyle kredilendirdi.
Kazanan komployu hazırlayan değil, hedef aldıkları oldu.
Böyle oldu belki ama 17-25 Aralık aynı zamanda bir de yol açtı.
Gerçekler, şüpheler, suçlamalar, kanıtlar ve buna bağlı kurulacak/kurulması gereken "yargı" hem saldıranlar ve hem de savunanlar tarafından ikinci plana atıldı, onun yerini "algı" aldı.
Bu yeni bir yol oldu ve AkParti de o günden sonra o yoldan yürümeye başladı.
Adı yolsuzluk iddialarına karışmış bakanlar görevlerinden istifa ettirildi, alelusül aklanıp, göz önünden hızla çekildiler.
O günlere dönelim;
Önce TBMM Araştırma Komisyonu talebiyle MASAK (Mali Suçları Araştırma Kurulu) çalışma yaptı ve raporunu yayınladı;
Erdoğan Bayraktar hariç, adları yolsuzluk iddialarında geçen 4 bakandan 3'ünün servetleriyle gelirleri arasında orantı olmadığı belirlendi.
20 ARALIK 2014
25 ARALIK 2014
Bir komplo olarak düzenlenmesi zaman içinde içeriğinin önüne geçip bulanık kılsa da işlevsiz kılmadı.
Başta CHP ve komployu hazırlayan zihniyete köken karşıtlığına rağmen HDP ile, bugün artık hükümetin bir dayanağı olarak davranan Bahçeli liderliğindeki MHP de dahil muhalefet, tümüyle bu komploya sarıldı.
Olgunun komplo olma özelliğini tümüyle gözardı ederek içeriğe, yine elde ediliş ve biraraya getirilişiyle sunuluşuna boş vererek yüklendiler.
Komplo yolsuzluk içerikli olmasına rağmen yolsuzluğu değil, gelecek seçimlerde yolsuzluğu yaptığı iddia edilen AkPartinin oy kaybını, iktidardan indirilmesini hedefliyordu ve muhalefet de bu hedefe, komployu hazırlayanlarla birlikte görünme durumuna aldırmadan yürüdü.
O günlerde sıkca dile getirildiği gibi belki yolsuzluk sandıkta aklanmadı ama komplo sandıkta yenildi.
Halk dikkatini, içeriği oluşturan yolsuzluk iddialarından çok olayın komplo olma özelliğine yönlendirdi ve öyle kredilendirdi.
Kazanan komployu hazırlayan değil, hedef aldıkları oldu.
Böyle oldu belki ama 17-25 Aralık aynı zamanda bir de yol açtı.
Gerçekler, şüpheler, suçlamalar, kanıtlar ve buna bağlı kurulacak/kurulması gereken "yargı" hem saldıranlar ve hem de savunanlar tarafından ikinci plana atıldı, onun yerini "algı" aldı.
Bu yeni bir yol oldu ve AkParti de o günden sonra o yoldan yürümeye başladı.
Adı yolsuzluk iddialarına karışmış bakanlar görevlerinden istifa ettirildi, alelusül aklanıp, göz önünden hızla çekildiler.
O günlere dönelim;
Önce TBMM Araştırma Komisyonu talebiyle MASAK (Mali Suçları Araştırma Kurulu) çalışma yaptı ve raporunu yayınladı;
Erdoğan Bayraktar hariç, adları yolsuzluk iddialarında geçen 4 bakandan 3'ünün servetleriyle gelirleri arasında orantı olmadığı belirlendi.
20 ARALIK 2014
Sonra, yolsuzlukla suçlanan 4 eski bakanın Başbakan Davutoğlu ile toplantısı ve bakanların kendi istekleri ile Yüce Divan'da yargılanması gündeme geldi;
25 ARALIK 2014
Bakanlar Davutoğlunun önerisine uymadılar ve gelirleriyle servetleri arasında orantısızlık tespit edilen 3 bakan; Egemen Bağış, Muammer Güler ve Zafer Çağlayan, MASAK Raporuna itiraz ettiler;
31 ARALIK 2014
5 Ocak günü MASAK Raporuna yapılan itirazın sonucu komisyona geldi ve bilirkişinin kararını değiştirmediği görüldü.
MASAK'a göre itirazlara rağmen durum değişmemişti ve 3 bakanın servetleri ile gelir beyanları arasında uyumsuzluk kesindi.
Buna rağmen Komisyon, 4 bakanın Yüce Divan'da soruşturulmasına gerek olmadığı kararına, Meclis Soruşturma Komisyonundaki muhalefetten 5 üyenin oyuna karşılık AkParti'den 9 üyenin oyuyla aynı gün vardı.
6 OCAK 2015
20 Ocak 2015 günü TBMM 4 bakanın Yüce Divan'a gönderilmesini ayrı ayrı oyladı ve elbette yine bu talep, AkPartili çoğunluğun oylarıyla reddedildi.
Böylece Yüce Divan yolu, yolsuzluk iddialarında adı geçen bakanlara kapanmış oldu.
21 Ocak 2015
Bakanlara kendi istekleriyle Yüce Divana gitmelerini öneren dönemin Başbakanı Davutoğlu, TBMM'deki bu oylamaya katılmadı ve durum meşhur Pelikan Dosyası'nda şöyle yorumlandı durum açıktı;
"17-25 Aralık üzerinden 4 bakanı Yüce Divan’a gönderme oylaması sırasında bir konuşma bahanesiyle İngiltere’ye gitti, meclis grubunun başında durup liderlik etmedi. Ardından Davos’a gitti. Ordan da New York’a sermaye gruplarıyla buluşmak için geçti. Davutoğlu’nun ABD ziyareti hakkında soru sorulan Beyaz Saray yetkilisi bile “Türk Başbakanı’nın burda olduğuna dair bilgimiz yok” dediği bir geziydi bu."
Durum açıktı;
Bir komplo olarak hazırlanıp planlanmış 17-25 Aralık, merkezinde 4 bakan hakkında ciddi iddialar içeriyordu ve partinin bu iddialardan aklanması gerekiyordu.
Davutoğlu da krizin yönetimini bu yönde ele almış ve fakat Erdoğan ile ilgili bakanlardan direnç görmüş, neticede "yolsuzluk" Yüce Divan'da ve yeterince araştırılmadan mecliste aklanmıştı.
Bu da parti içindeki krizi büyütmüş ve diğer başka faktörlerler ile de birleşerek Davutoğlu'nun tasfiyesine kadar ilerlemişti.
Burada AkParti ve hükümetin üzerde kalakalmış bir yolsuzluk gölgesinden başka bir değil iki durumun varlığının altını tekrar çizmek gerekiyor;
1) Liderliğini yaptığı partisinin ve Başbakanı olduğu hükümetin üzerindeki şaibeyi silmek niyetiyle hareket eden, bu konuda bir yol çizen, "Kendi iradenizle Yüce Divan yargılamasını kabul edin" diyen kişinin iradesinin boşa çıkarılması ve onun da buna açıkca karşı çıkmak, yetkilerini ve siyasal yolları kullanmak yerine sadece, finali hazırlayan oylamaya katılmayarak tepki göstermesi...
2) Neredeyse tüm muhalefetin, 17-25 Aralık iddialarını hesapsızca AkParti'yi çürütmek için kullanırken, ardında açıkca görülen komploya hiçbir şerh koymaması, eleştirmemesi, itiraz etmemesi. Bir anlamda komplo'yu satın alması...
Bütün bu sürecin sonunda komplo komplo olarak ve yolsuzluk da yolsuzluk olarak kaldı ve yukarıda da söylendiği gibi "yargı"nın yerini "algı" aldı.
O andan sonra AkParti ve onunla birlikte anılan "şeffaflık" kavramına artık rastlanmayacak ve ilerleyen zamanlarda "komplo" giderek, AkPartinin de kullandığı bir silah olacaktır.
7 Haziran seçimlerine, muhalefetin en büyük kozunun 17-25 Aralık yolsuzluk iddiaları olduğu koşullarda gidildi ve AkParti seçimden yine 1. sırada çıksa da hükümet kurabilme çoğunluğuna (Başka bazı sebeplerin de etkisiyle) ulaşamadı.
1 Kasımda tekrar aynı çoğunluğa ulaşabilmesi ise iki seçim arasındaki kaotik dönemin belirsizliğindeki koalisyon tartışmaları ve biten Barış Süreci ile yeniden başlayan PKK savaşı sonrası mümkün olabildi.
*(Burada Barış Süreci'nin bitişi, Ceylanpınarda 2 polisin gece uykularında infazının bardağı taşıran, süreci bitiren son damla oluşu, 6-8 Ekim olayları, IŞİD'ın Kobani kuşatması sırasında devletin tavrı gibi başlıklarla belirginleşen bir başka sürecin, başka komplo iddialarının da değerlendirilmesine ihtiyaç var ama bu çok geniş bir konu ve sonraya bırakılmak zorunda.)
1 Kasım sonrası yine Davutoğlu Başbakanlığında kurulan yeni AkParti Hükümeti, gerek yeniden başlayan savaştaki pozisyonu, gerek Suriye politikası, gerek seçimler öncesinde verilen sözlerin tutulması ve gerekse de (ki en çok bu konuda) AB ile özelde ve Batı ile geneldeki ilişkilerde başarılı bir çizgi izledi.
Buna rağmen önceki yazılarda detaylı anlatıldığı gibi, öncesinde garipsenen ve tepki gören, sonrasında ise giderek alıcı bulan bir Anti-Davutoğlu kampanya başladı, Pelikan Dosyası ile zirveye vardı ve sonu da bilindiği gibi geldi.
5 Mayıs 2016 günü Davutoğlu istifa etti ve çekildi, yerine (yine önceki yazılarda detaylarıyla anlatılan o garip 22 Mayıs AkParti Kongresi sonrası) Binali Yıldırım geldi.
Pelikan Dosyası, AkParti'de "komplo"yu bir silah olarak kullanma yaygın alışkanlığının (veya isterseniz 'tercih edilen yöntem' de diyebilirsiniz) ilk adımı oldu.
Pelikan Dosyası, hayatın ve siyasetin olağan akışını çarpıtıp bir komploya çevirerek anlatan, insanları Davutoğlu'nun (ve onunla birlikte hareket eden başkalarının da) Erdoğan'a bir komplo kurduğunu, onu alaşağı edip (muhtemelen) yerine geçmek istediğini, türlü hakaret ve aşağılamalar kullanarak yansıtan bir komploydu.
(Sadece bir isimsiz blog yazısından ibaret olmadığı, öncesi ve örgütlenmesi ile önceki yazılarda anlatıldı.)
Belki gerisi gelmeyecekti ama 15 Temmuz Darbe Girişimi, yani yine PDY, eski adıyla Cemaat ve yeni adıyla FETÖ'nün bir başka "komplo"su buna imkan vermedi.
Yukarıda, yazının başında; "17-25 Aralık aynı zamanda bir de yol açtı. ... Bu yeni bir yol oldu ve AkParti de o günden sonra o yoldan yürümeye başladı" denmişti.
"O gün" elbette 17-25 Aralık komplosuna ve bir başlangıca işaret ediyor.
Ama o başlangıç, komplonun AkParti'nin iradesiyle kullandığı bir silaha dönüşmesinin değil,
belki tam aksine, iradesinin kırılarak o yola sürüklenmeye başladığı yeri işaret ediyor.
İlk seçilmiş irade aracı olması, 'bilinçli' kullanım örneği ise Pelikan Dosyası.
Ancak 'komplo'nun bir silah olarak kullanılmasının, bunun her yönüyle iradi/bilinçli bir sürekli tercih olmasının başlangıcı olarak 15 Temmuz Darbesi, daha doğrusu sonrasındaki karşı önlemler gösterilmeli..
Bunları anlatıp açmak ise bir sonraki yazıya kalıyor...
Yorumlar
Yorum Gönder